Yirmibeş Kuruşa Amerika
Kitap

Ucuz Edebiyat Yahut “25 Kuruşa Amerika”[1]

Naim Tirali’nin “Yirmibeş Kuruşa Amerika” isimli kitabı, 2019 yılında h2o kitap tarafından tekrar basıldı. Arşivlerden değerli bir ismin eleştirini bulunca kitabın yeni bir eleştirisini yayınlamak yerine bu eleştiriyi tekrardan yayınlamak istedik. Aşağıda Yaprak Dergisi’nin 1949 tarihli 5.sayısında Erol Güney tarafından yazılan bu eleştiriyi okuyabilirsiniz. Yazıdaki yazım hataları ve noktalama işaretleri orijinal metinde olduğu gibi korunmuştur. Tüm okurlarımıza keyifli okumalar dileriz.

***

Bu isim sizi şaşırtmasın. Naim Tiralı hikâyelerine “Elli kuruşa İstanbul”da diyebilirdi. Gerçekten bu hikâyelerin kahramanları, Büyük Cadde, Atlanta Barı, Arka Sokak, Serseriler, Yosmalar, “Yirmibeş Kuruşa Amerika” diye bağırarak Boğaz’daki Amerikan filosunu gezdiren açıkgöz motorcular hep İstanbul’dadır.

Ama bu hikâyeleri okurken insan nedense başka şehirleri, başka bir edebiyatta rastladığı sokakları ve insanları hatırlatıyor. Bu kırmızı fenerli evler, yosmalar, yalnız kadın ve içki düşünen gençler bizim gerçeklerimiz midir? Hayır, bunlar aslında Amerikan, fakat şimdi her tarafa yayılmış bir edebiyatın konuları ve tipleridir. Sinemaya bir kızla giden Nusret, Nusret midir? Belki, ama John da olabilir. Bill de, Ya o becerikli kız. daha çok Miller’ın, Vernon Sullivan (Boris Vian) ın romanlarından çıkmışa benzemiyor mu?

Bununla Nusret’lerin, sinema cilveleşmelerinin, yosmaların bizde olmadığını söylemek istemiyorum. Dışardan bakılınca sevişmeler, sarhoşluklar, cümbüşler birbirinden farklı değildir. Naim Tiralı’nın bakışı da Amerikan edebi tekniğine uygun olarak gerçeğe dışarıdan bakıştır. Bu yüzden, realistliğe özenen bu hikâyeler bize ne Türk gençliğini gösterebiliyor ne de Amerikan. Gösterdikleri sadece dünyaya müthiş bir surette yayılmış olan bir edebiyatın beylik konuları ve insanlarıdır.

Bob da, Nusret de sinemada kızları aynı şekilde sıkıştırırlar. Bunun da zaten fazla çeşitli yolları yoktur. Kaldı ki Naim Tiralı teferrüata ustaları kadar gidemediğine eserleniyor, memleketimizin havasını henüz bu şekilde bir realistliğe elverişli bulmuyor. Öyleyse ulaşamadığı bu çeşit ustaları kendi yollarına bırakırsa daha iyi etmez mi? Bize İstanbulu ve İstanbulluları anlatmak istiyorsa onlara dışarıdan değil içerden baksın. Bunun için eski hikâye tarzına, uzun ruh tahlillerine dönmek şart değil. İnsan dışardan da baksa anlattığı kimselerin kişiliğini veren, onları gerçek çevrelerine bağlayan davranışları, sözleri, jestleri görüp gösterebilir. Kısa hikâyedeki ustalık bir kelimeyle, bir hareketle bütün bir hayatı sezdirmek, kişilerin yaşayış ve düşünüşlerini kestirme bir yoldan anlatmaktır. Steinbeck’in, Caldwall’in hikâyelerine güzel dedirten, Çehov’u eşsiz ustalığa vardıran bu değil midir? Ancak böyle bir toptan anlatışta Tiralı’nın Nusret’leri, Kamber’leri harp sonrası edebiyatının beylik tiplerine benzemekten kurtulacak, toplumumuzun gerçek kişileri olacaklardır.

Dıştan bakan realizmeyle ne Goethe’nin hayal ettiği Dünya Edebiyatına ne de değerli bir milli edebiyata gidilebilir. Türk romanı içinde Türk’ü gerçekten yaşatmak zorundadır. Türk’ü Türk, Amerikalıyı Amerikalı edense ismi, rakısı ve çapkınlıkları değil, düşündükleri, duyduklarıdır. Mesele hikâyede tahlile düşmeden insanı tam olarak vermektir. Tiralı bunu yapamayacak bir hikâyeci değildir. Türk edebiyatına ve belki dünya edebiyatına ancak bu yoldan girebilir.

Erol Güney[2]


[1] Naim Tiralı: “Yirmibeş kuruşa Amerika”, F.50 Krş. İstanbul

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Erol_G%C3%BCney

Yazar
Dinozor Belge
Edebiyat Dergileri arşivlerinden bulunup, sizlerle paylaşılan makaleler.

Bir Cevap Yazın