Öykü

Kazan

Günün bitmek bilmez yorgunluğu üstüne çöktü iyice, omuzlarını biraz daha içine çekti. Daha işe bile gitmeden yorulmuştu. Öğlen vardiyasına geç kalmanın korkusuyla adımlarını biraz daha açtı. Bugün servisle gelmemişti işe, para aramaya gittiğinden, yürümekten bitap düşmüştü.

“Usta başının amanı zamanı yoktu, hemen tutardı tutanağı, bir tutanak tutulması da para demek. Hep bunlar maaştan gidiyor. Zaten maaş hep gidiyor ya neyse. Şimdi bunu düşünüp iyice sinirlenmek istemedi. Zaten sinirleri tepesindeydi. Kaç gündür para arıyor bulamıyor. Kırk kapıya çomak soktu, ona sordu buna sordu yok Allah yok. Bu para kendisinde yoksa kimsede yoktu. İnsanın öz be öz kardeşi bile yok der miydi? En azından müşkülünün birazını çözseydi. Gereken parada öyle çok bir şey olsa neyse. Malum kış bastırdı, doğalgaz faturası yüksek gelmiş, kombiyi yaksan bir dert yakmasan kız küçük hastalanıverir hemen yavrucak. Zaten bir lokma kaldı bu küçük kız. İyi besleyemediler, anası da hamileliğinde iyi beslenemedi. Kedi yavrusu gibi doğdu bu. O gün bu gün de daha düzelmedi. Hemen en ufak bir şeyde hastalanıverir. Adamın bu kadar nane mollası da iyi değil bizim buralarda, hayat zor, dirençli olması lazım. Az daha büyüsün en azından soğan – sarımsak yer, doğal ilaç hep bunlar.”

Zihnini bir türlü toplayamıyordu. Kafasının içi pazar yeri gibi, her yerden bir düşünce uçuşuyor. Hep de gelip gelip aynı yerde düğüm oluyor. Kafasının ağırlığı sanki hızını kesiyor gibi geldi bir an Bayram’a, elini şöyle bir salladı aklından geçenleri kovmak istercesine sonra hızını biraz daha arttırdı. Fabrikanın kapısı gözükmüştü, cebinden telefonu çıkardı saatine baktı, 15.47. İyi dedi içinden bir sigara içimlik vakit var. Cebinden buruşmuş sigara paketini çıkardı, içinde dört tane kalmış, yüzünü uzatarak birini çekti, yaktı. Derin bir nefes çekti. Giriş kapısına kadar ağır ağır içmek için sigarasını yavaşladı. Fabrikanın bekçisi uzaktan el kaldırdı, bir baş hareketiyle selamını aldı Veysel’in. Veysel iyi çocuktu, öyle etliye sütlüye karışmazdı, işine gelir işine gider. Baba olacak o da, hamileymiş karısı. “Bok var sanki hemen çocuk yaptı deyyus”  diye geçirdi içinden. “Kendisinde iki tane vardı da iyi miydi? Birinin okulu, öbürünün maması, üstü başı, bayramlığı, seyranlığı, doğsun da görsün Veysel de ebesininkini.” Tumturaklı bir küfür edecekti ama Veysel’in sinek kaydı traşlı yüzünü görünce yumuşadı. “Ne var ne yok Veysel?” diye girdi lafa, bir iki hoşbeşten sonra fabrika kapısına doğru yollandı. Kaç yıl olmuştu buraya gireli, şöyle kabaca bir hesap etti, nerdeyse 7 – 8 sene. İşsizlik zordu, askerden gelince birkaç ay dolanmıştı işsiz. Sonra halasının oğlu bu fabrikayı söyleyince gelip başvurmuştu. Bir mesleği yoktu, tahsili yoktu, dili yoktu, “ne iş olsa yaparım abi” dedi, eline tutuşturdular fırçayla süpürgeyi, temizlik personeli dediler. Biraz boylu poslu, eli yüzü düzgün olsaydı şoför yaparlardı belki ama layık görmediler demek ki tıknaz, şişman vücuduna, çiçek bozuğu yüzüne. İşsizlikten iyidir temizlik personeli olmak dedi, tuttu hemen süpürgenin sapını. Sonuçta asgari ücret, sigorta, servis, yemek iyi imkandı bunlar. Bir tek vardiyalı oluşu zordu ama ona da dayanıyordu artık. 15 gün de bir vardiya döner. Üç vardiya işe gelirsin. En iyisi sabah vardiyası bir de gece vardiyası, öyle olunca ek iş yapabiliyordu. Artık ne bulursa. Bazen hamallık çıkıyordu, ev taşıma, eşya taşıma yevmiyesi iyi oluyor, ona gidiyordu. Bazen hemen mahallede köşede ki fırında un çuvalı çekerdi, birkaç saatlik iş ama olsun elli kağat cepte. En azından pazar parası. Bazen kayınçosunun yanına giderdi, mobilya işine zımpara, indir kaldır artık ne iş olursa hem oyalanır hem de üç beş kuruş alırdı. Şimdi millet hobi diye gidip ağaç – kütük uğraşıyor bu da onun hobisi kavlinden işte. Böyle düşününce içinden güldü.

Vardiya değişim saati hareketli olur fabrika, giden gelen, selamlaşan, sohbet eden, ayak üstü birbirine sataşanlar. Koskoca fabrika kaç kişinin ekmek kapısı, üç yüz işçi, bir de beyaz yaka dedikleri mühendisler, idareciler, sekreterler, muhasebeciler derken dört yüzü bulur herhalde. Pek vukuat olmaz fabrikada, herkes işinde gücünde. Ara sıra sendikalaşmak isteyenlerle yukardakiler tepişir, bazen birileri işten atılır. Bir müddet bunlar konuşulur sonra yine unutulur. Ama son zamanlarda özellikle dökümcülerden bir grup alttan alta çalışıyor. Başlarında Alper diye bir oğlan var, gençten delikanlı bir çocuk, o örgütlüyormuş diyorlar. Fısır fısır konuşur yemekhanede, çay molasında, kimi görse bir şeyler anlatır. Hiç adam ayırmaz, bu usta, bu amele, bu temizlikçi demez. Herkese tek tek anlatır. Sendika gelirse maaşlar artar, işten çıkarmalar zorlaşır diye. Son zamanlarda imzacıların sayısı artmış diyorlardı. Bayram’la da birkaç kez konuşmuştu ama Bayram pek oralı değildi. “Şu devirde işsiz kalsa böyle işi nerden bulacak, maaş varken geçinemiyorlar. Kızın okuldan kağıt yollamış öğretmeni, el işi yapacaklarmış, koca liste, yok yapıştırıcı, yok boya, pamuk, sanki okula değil el işi kursuna yolladık. Sen okut matematiğini, Türkçeni yolla, elinin işi de gelişmesin. Bir ton para hepsi.” Bayram kendi kendine cıkladı yerleri süpürürken, bunu boyada ki Mesut gördü, şaka yollu takıldı, “Hayırdır Bayram, sende mi üşüttün kendi kendine çıklıyorsun?” “Yok lan” dedi Bayram, ay sonunu düşünüyordum. Mesut yarım ağız, ağulu güldü, “boşver Bayram koy götüne rahvan gitsin, düşünsen de bir düşünmesen de.”

Bayram devam etti süpürmeye yerleri. Faraşın ucunda kendi düşünceleri, sallandı durdu.

“Kredi kartı patladı patlayacak, böyle giderse Semra terk edecek. O anası olacak cadaloz durmadan aklına giriyor kızın. Yoksa Semra iyi kızdır. Hiç öyle itirazı, çenesi olmazdı. Sonra sonra dillendi, cevap verir oldu. Bir iki de Bayram’ın tersine geldi, birkaç tokat aşketti. Karısı sonuçta ne var bunda bu kadar. Anası olacak cadaloz hemen ortalığı ayağa kaldırdı, ben kim oluyormuşum da vuruyormuşum, kocası olmakla sahibi miymişim, kadına el mi kalkarmış, yok kızını götürürmüş, onlar gül gibi bakarlarmış, hem açık açıkta hem dayak daha kızının başına ne gelecekmiş. Tamam belki hata ettim, vurmasam iyiydi amma oldu bi kere  Ulan mendebur karı, biz sarayda yaşıyoruz da kızını sokağa mı koyuyoruz. Gücümüz buna yetiyor işte, neyimiz varsa ortada. Ne kazanıyorsam getiriyorum kızının eline sayıyorum. Ek işe gidiyorum, daha kendimi mi satıyım. Yetmiyor işte. Yok Semra’da çalışacakmış, daha neler. Görüyoruz çalışan kadınları, sonra ne laf dinliyorlar ne söz. Ben de para kazanıyorum, benim de haklarım var diye çıkacak ortaya. Abisinin karısı çalışıyor ya hep o sokuyor aklına bunları da. Aslında Semra’yı yollamayacak hiçbirine görecekler günlerini ama yine sıkışınca üç beş kuruş veriyor kayınpeder. Kızın okulu açılırken çarşı Pazar işini hallediyor, kaynanası kışlık ne hazırladıysa yarısını kızının eline tutuşturup yolluyor. Bunlarda az şey değil valla.”

Bayram kendi kendine mırıl mırıl bir dua okur gibi gitti geldi fabrikanın içinde. Onu görenler bir hesabı olduğunu anladı anlamasına da hesabını anlayamadılar. Akşam çay molasında ortalıkta gözükmedi Bayram, paydos saatine kadar da ne kimse aradı ne de sordu, sadece bir kez boyacıların oradan boş boya kutuları taşınacaktı o zaman bakındılar göremeyince İbrahim’e taşıttılar. Onlar da çok üstünde durmadı Bayram’ın. Paydos saati, giyinme odasına gelmedi. Servise de gelmeyince merak ettiler. Etrafta başladılar Bayram’ı aramaya. Ama Bayram’ı koydunsa bul. Öyle işten kaytaran, sağda solda sallanan biri de olmadığından merak ettiler. Sonra birinin aklına kameralara bakmak geldi, vardiya şefi koştu hemen güvenliğe kameralara baktırdı. Bayram yine yok ortalıkta.

Servis kalktı, gece yarısı milleti bekletmek istemediler. Güvenlikler Bayram’ın vardiyaya geldiği saatten itibaren yeniden fabrikanın içini gören tüm kayıtları açtı. Saat 20.08’de Bayram eritme kazanlarının olduğu bölümde etrafta ki demir çelik kalıntılarını toplarken birden bire elindeki her şeyi bırakıp kazana doğru yürürken görüldü. Ağır ağır içinde demir eritilen kazanın merdivenlerini tırmanıp sanki boş bir çuvalı çöpe atar gibi kendisini kazanın içine bırakıverdi. Önce kimse gördüğü sahneye inanamadı, usta bir yüzücünün denizin serin sularına kendini bırakması gibi bin altı yüz derece ısıda demir eriten kazanın içine balıklama dalan Bayram ve hiçbir şey olmamış gibi harını arttıran kazana bakakaldılar. Bayram birkaç dakika içinde bir eriyik olup demirin özüne karışmıştı bile.

Bu olaydan sonra fabrikayı iki gün kapattılar. Bayram’la harman olmuş kazanı boşalttılar, bir iyi yıkadılar, pakladılar ve işçiler gelene kadar hazır ettiler. Bayramdan geriye tonlarca demirle harman olmuş bir isim kaldı, ne bir kemik, ne bir parça et. Sadece kesif bir koku, ateş ve metalik bir yokluk. Bayram aklından geçenlerin peşinde sürüklenip kazanın içinde kayboldu.

Yazar
Gonca Atalay
1986 yılında Yozgat’ta doğdum, 1990 yılından beri Ankara’da yaşıyorum. Karadeniz Teknik Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler okudum. Çalışma hayatıma ikiz kızlarımdan sonra kısa bir mola verdim. İlkokul sıralarında başladığım yazma ve okuma çalışmalarım kızlarımdan kalan zamanlarımda halen devam ediyor. 2018 yılında UMAG’da yazma üzerine verilen seminerlere katılarak Gürsel KORAT, Mehmet EROĞLU, Çiğdem ÜLKER gibi isimlerle çalışma imkanı buldum. Öykülerimden bazıları Ada, Edebiyatist gibi dergilerde yayımlandı. Edebiyatın yanı sıra uzun süredir fotoğrafçılık ile de ilgileniyorum. Çeşitli karma sergilerde fotoğraflarım sergilendi.

Bir Cevap Yazın