Kitap

Coğrafya “her zaman” kader değildir!
-Asi Kızlara Türkiye’den Hikâyeler-

“Dünyanın asi kızlarına:

Geçmişten ders al,

Önyargılar seni durdurmasın,

Ve şüpheye düştüğünde unutma,

Geleceği şekillendirecek kişi sensin.”

(Giriş epigrafı)

Hep Kitap’ın Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler serisinin üçüncü kitabı bu kez Türkiye’den yüz olağanüstü kadın masalıyla okuruna kavuştu.  Ayşegül Gürsel ve Ümran Özbalcı’nın derlediği bu kitap; güçlü kadın hikâyelerine en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde kadınlara güç, kuvvet, destek olmak için adeta bir armağan gibi gelip kondu kucağımıza. Gökyüzünün rengini andıran kapağı ve ciltli basımıyla sadece kadınları değil, kitapseverleri, koleksiyonerleri de mutlu etti. Daha önceki ciltlerinde dünyanın güçlü ve ünlü kadınlarının masallarını anlatan Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler bu kez bildiğimiz bir coğrafyada, kendi toprağımızda yetişmiş ve başarılı olmuş kadın hikâyelerini anlatıyor. Toplam on üç illüstratörün titizlikle resmettiği kadın portreleri de kitabın bir diğer önemli unsurlarından.

Kitabın kapağını açıp iç sayfalarını karıştırmaya başlar başlamaz kimlerle  karşılaşmıyorum ki… İlkin, Azra Erhat, Didem Madak, Gülten Akın, Halide Edib Adıvar, Leyla Erbil, Mina Urgan ve Suat Derviş gibi yazarlığı veya şairliği ile ünlenmiş, senelerce eserlerinden beslendiğimiz, şiirlerinden medet umduğumuz isimler çarpıyor gözüme. Her birinin yolculuğu meşakkatli olan kadın kalemlerimizin eril düzene başkaldırışlarını okuyorum. Erkek egemen bir toplumda, eril edebiyatın hakimiyeti altında, dişil kalemlerini korumaya çalışan, dış dünyaya boyun eğmeyen güçlü kadınlar. Hâlâ pek fazla bir şeyin değişmediği toplumumuzda, direnen, dimdik duran kadınları düşünüyorum. Güçleniyorum.

Ardından, Adile Naşit, Afife Jale, Ayşen Gruda, Cahide Sonku, Gülriz Sururi ve Yıldız Kenter gibi gerek Yeşilçam’a gerekse tiyatro sahnelerine ismini ışıl ışıl yazdırmış sanatçılarımız gözüme çarpıyor. Kadının sahnede yer almasının yasak, ayıp, değersiz olduğu dönemlerde seyirci alkışları göğüslerine çarptıran kadınlarımızı ben de sessizce alkışlarken buluyorum kendimi.

Geçtiğimiz aylarda IKSV belgeselini övünç duyarak izlediğim, sesine, güzelliğine, başarısına, kariyerine hayran olduğum opera sanatçımız Leyla Gencer’i selamlıyorum. Sümer, Hitit ve Akad tabletlerini çözümleyen önemli Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’la gururlanıyorum.

Müzeyyen Senar ve Safiye Ayla gibi asırlık çınar şarkıcılarımızı, önemli keman sanatçımız Suna Kan’ı hatırlıyorum. İstiklal Caddesi üzerindeki Hazzapoulo pasajında, kendim de bizzat tanıştığım, şapkacı Madam Katia’yı görüyorum, gülümsüyorum. Aliye Berger ve Fahrelnissa Zeid gibi kıymetli ressamlarımızın tabloları geliyor gözümün önüne. Hepimizin Türkçe dilbilgisi kurallarını onun kitaplarından çalıştığı kıymetli dilbilimci Necmiye Alpay’a teşekkür ediyorum.

Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler kitabını taramaya devam ettikçe nice cevherlerle karşılaşıyorum. Çiftçi, botanikçi, mucit, fizikçi, şef/aşçı, bilgisayar programcısı, milletvekili, yüzücü, aktivist, eskrimci, öğrenci, otobüs şoförü, bekçi, jimnastikçi, seramik sanatçısı, arkeolog, karateci, itfaiyeci, haber spikeri, satranç oyuncusu, hakem, futbolcu, atlet, mimar, bilim insanı, doktor, hemşire, yarış pilotu, savaş kahramanı, girişimci, fotoğrafçı, avukat, balon pilotu, dalgıç, savaş muhabiri, emniyet müdürü, arıcı, işçi ve yönetmen…

Kadınlarımızın sahip olduğu meslekler ne kadar da geniş bir yelpazede değil mi? Çoğunun ismiyle bu kitapta karşılaşacağınız ve sizi gülümsetecek olan kadınlarımızın tek bir ortak özelliği var, o da bu topraklarda kadın olmaları. Yolculukları onları dünyanın dört bir yanına götürüp bıraksa da savaşlarını, mücadelelerini bu coğrafyada vermiş kadınlar. Bu başarı hikâyelerinin, hayat-ı hakikiye anlatılarının bir kültürel miras gibi korunup yeni nesillerimize aktarmanın elzem olduğunu düşünüyorum. Hayalleri uğruna savaş veren, aile baskısına rağmen yılmayan, yoksulluk, yoksunluk, kalabalık aile, imkansızlık gibi faktörlere karşın didinen, “coğrafya kader değildir” diyen kadınlarımızın hikâyelerini çok sevdim. Özellikle, kadına şiddetin ve cinayetlerin hepimizi üzdüğü, öfkeye sürüklediği ve salt bu yüzden “İstanbul Sözleşmesi uygulanmalı” diye haykırdığımız bir dönemde hikâyeleriyle bize güç veren –bu seçkide ismi anılan, anılmayan- kadınlarımıza bir kez daha selam ediyor ve “güçlü kadınlara!” diyorum.

Lütfen okuduktan sonra en arkada sizin için bırakılan yere kendi hikâyenizi eklemeyi ve portrenizi çizmeyi unutmayın.

Yazar
İrem Uzunhasanoğlu
İrem Uzunhasanoğlu, 1983 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Amerikan Filolojisi okudu, Cambridge Üniversitesi’nde Uluslararası Öğretmenlik eğitimi aldı, New York Üniversitesi’nde Eğitim Yüksek Lisans’ını tamamladı. On sene boyunca Işık Lisesi ve Robert Kolej’de İngiliz Edebiyatı dersleri verdi. İlk romanı Gitme, Gül Yanakların Solar’da (2015) Türkiye Yunanistan nüfus mübadelesini ve göçü anlattı. Yazı yazmak isteyenler için, yaratıcılığı ve eleştirel düşünceyi destekleyen 365, Her Güne Bir Yazı (2016) isimli bir kitap derledi. İkinci romanı Ufkun Öte Yanı 2018 senesinde yayımlandı. Spencer Holst, Neil Muhherjee, Virginia Woolf ve William Shakespeare’in eserlerini Türkçeye çevirdi. Çevirmenliğin yanı sıra çeşitli edebiyat dergileri ve gazetelerde yazılar kaleme almakta ve roman yazmaya devam etmektedir.

Bir Cevap Yazın