Makale, Toplumcu Edebiyat Tartışması

Toplumcu Edebiyat Tartışması 4 / Bir Küçük Erostrat

Yazar özgürdür. Dilediğini söyler. Dilediğini yazar. Yazar, bu özgürlüğünü engelleyen yasaların bulunduğu ortamda da, bu yasalar yokmuş gibi düşünür, yaratır, yazar. Yazmalıdır.

Ama yaratıcılığın ve düşüncenin özgürlüğünü sınırlayan bir tek şey vardır: Ahlâk.

(Sözünü ettiğimiz ahlâk sorumluluk kavramını da içerir.)

Her yazar, her şeyi bilmediği, kimi zaman da bilmediği şeyleri sanabileceği için, bu konularda konuşur ya da yazarken yanılgılara düşebilir, yanlışlar yapabilir. Bilgisinin yetmediği konular gibi, mantığının, sağduyusunun da izinde olduğu günler olabilir.

En büyük yazarlar bile, şu ya da bu nedenle kimi konularda bilgisizce konuşabilir, yanılabilirler. (Bu yazar Dosyoyevski ya da Tolstoy çapındaki bir dev olsa da.) Bunlara kimi yerde gülüp geçeriz. Kimi yerde şaşarız ve bir yerde bağışlarız.

Ama bağışlayamayacağımız yalanlar, saptırmalar, bilgisizlikler, alıklıklar da vardır.

Yukarıda saydığım bu dört niteliğin tümünü kapsayan yazıyla (daha doğrusu bir konuşma metniyle) ilk kez geçenlerde karşılaştım.

Sözkonusu yazı, Aylık Sosyalist Kültür Dergisi Birikim’in Temmuz sayısında yayımlanan, Bak Bekir Yıldız’ın Töb-Der’de Sabahattin Ali’yi anma gününde yaptığı konuşmanın metnidir.

Kendisinden Sabahattin Ali üstüne bir konuşma yapılması istenen yazar, ne mene bir mantıkla bilinmez, konuya Sait Faik’i dahil ediyor. (Gerçekte burada bir mantık aramak yanlış. Çünkü söz konusu olan, mantık değil, “bir hınç”.

Biz, bir yazara, bir konuya, mantıkla, bilgiyle yaklaşılır sanırdık; demek hınçla da yaklaşılıyormuş.

Ama ne yaklaşma!

Yazara göre, Sait Faik, kötü, hiç değilse eksik bir yazardır. Duygusallıktan öteye gidilmemiştir…

Sömürenle – sömürülen yerine iyiyle – kötüyü yerleştirmeye çalışan ve hattâ kötüyü bağışlatmak isteyen bir düşüncedir Sait Faik’in düşüncesi.

Bunları bilen ve “toplumcu edebiyatı yıpratman amacıyla Sait Faik düşüncesini yaygınlaştırmak isteyen” aydınlara “hain” sıfatını yakıştıran Bay Yıldız, karşısındaki topluluğa soruyor: “Nasıl savaşacağız bu akçaklarla?”

Sait Faik’i sevmek, onun sanatını yüceltmek hainlik ve alçaklıksa, baş hain ve alçağın o eseri yaratan, yani Sait Faik olması gerekir.

Bu düşünceleri dile getiren ve konuşup yazarken de sözcükleri tartmayı bilmeyen bir kişiye, dinleyicileri ne verdiler bilmiyorum ama, ben (okuyucudan özür dileyerek) HÖST! Diyeceğim.

Höst Bekir Yıldız!

Kötü yazmak, uydurma yazmak, gerçekçilik, sınıf çatışması… diye sunduğunuz yarısı palavra, yarısı feodal kalıntıların mitolojisi niteliğinde hikâyeler yazmak, belki yurdumuzda sizin tekelinizde olabilir ama, gerçekçilik, ilericilik, çok iyi temsil ettiğiniz cehaletin elinde olamaz. Kaldı ki, sizin suçunuz yalnız cehalet de değil. Aynı zamanda yalan söylüyorsunuz. Okuyucuyu yanıltıyorsunuz. Burjuvazi Sait Faik’e sahip çıkmıştır, adına ödüller konmuş, evini müze yapmıştır, derken cehaletinize bir de yalanı (hem de yalanların en kötüsünü, okuyucuyu yanıltma, kandırma yalanını ekliyorsunuz.)

Bilmiyorsanız öğreteyim:

Sait Faik varlıklı bir ailenin tek çocuğuydu. Anacığı Makbule Hanım, malını – mülkünü Darüşşafaka’ya bırakmıştı. Müze olan Burgaz Adasındaki ev, Sait’in kendi evidir. Anası, oğlunun yaşamının büyük bir bölümünü yaşadığı bu eve okunulmamasını, küçük bir müze durumuna getirilmesini vasiyet etmiştir.

Armağana gelince, o da bağışlanan malın mülkün gelirlerinden küçük bir parçasının bu büyük yazarın adına yaratılmış, bir zamanlar sizin de kazanmak için can attığınız ve kazandığınız bir armağandır.

Bütün bunlarda burjuvazinin rolü nerde?

Bay Bekir Yıldız’ın saçmaları bütün konuşması boyunca sürüp gidiyor. Sabahattin Ali’nin Ayran hikâyesini iki sözcükle özetledikten sonra, “Sait Faik olsaydı istasyon memuru soğukta bekleyen çocuğu içeri alırdı” diyor. Evet (düzelterek söyleyelim) Sait Faik yazsaydı bu konuyu, büyük bir olasılıkla evinde belki beş çocuğu olan, nöbet sefertasıyla gelen, yoksul ama duygusunu, yardım etme erdemini yitirmemiş bir istasyon memuru, o çocuğu karda kışta donmaya bırakmaz, sıcak odasına alır, sefertasındaki, kendisini bile doyuramayacak yemeğe kuşkusuz ortak ederdi. Çünkü Sait Faik’in kendisi böyle yapardı da onun için. Çünkü Sait Faik, insanların gerçek kurtuluşunun, bira da iyi insanların varlığıyla gerçekleşebileceğine inanırdı. Hangi düzende olursa olsun, acıma duygusunun insan yüreklerinden silinmemesi, insancıl duyguların yitmemesini isterdi. Onun da özlemi, insanın insanı sömürmediği (ama gerçekten sömürmediği), insanların insanlara işkence etmediği (ama gerçekten işkence etmediği) hakkın ve doğruluğun düzeniydi.

(Bütün yaşamı, bütün yazdıkları bu söylediklerimin açık belgeleridir.)

Bunun içindir ki, Sait faik, bazı düşünceleri yaşatmak için, çocukları (öykülerinde bile) ölüme terkedecek bir “hınçla” yontmuyordu kalemini.

Bir yazarın kafasıyla kitapları arasında çelişkiler olduğu, özellikle bu ülkede, çokça görülmüştür. Ama itiraf ederim ki, ilk kez bir “yazarın” bir konuşmasında, kitaplarındaki bilgisizliği, cahilliği, yalan yanlışları aştığını Bay Yıldız’ın yazısında gördüm.

Ve elimde olmadan, adının geleceğe kalması için tanrıların tapınağına pisleyen Erostrat’ı düşündüm.

Erostrat, tapınağı kirletirken, belki bekçiler uyuyordu, ve onun pisliği yapmasına engel olamadılar.

Ama bizim küçük Erostrat’ımız, tüm yaşamı boyunca yalnız iyiden, yalnız doğrudan, yalnız insancıl bir düzenden yana olmuş, edebiyat “kliklerinin” dışında kalmış ve iktidarlara, para babalarına ödün vermemiş, sapına kadar namuslu bir kalemi, gün ışığında ve herkesin içinde kirletmeye kalkıyor.

Meydanın boş olduğunu sanıyor zâhir.

Bu küçük (gerçekten küçük) Erostrat, meydanın sandığı ve özlediği kadar boş olmadığını kafasına sokmalıdır. Kafasına soktuktan sonra da, üstünde ağırlığını duyması gereken, yeterince parsasını topladığı için artık kendisine gereği kalmayan, bir zamanlar almış olduğu Sait Faik armağanını geri vermelidir.

(Tabii kendisinde ufacık bir tutarlılık ve horladığı burjuvalarınki kadar bir ahlâk kavramı varsa.)

Sait Faik’in eseri böylesi saldırılarla yıpratılamaz. Sabahattin Ali’nin eserine gelince, onun da böylesi cahil ve şaşkın savunuculara ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.

Ferit Edgü

Yeni Ufuklar – Eylül

Yazar
Dinozor Belge
Edebiyat Dergileri arşivlerinden bulunup, sizlerle paylaşılan makaleler.

Bunları da beğenebilirsiniz

Bir Cevap Yazın