Öykü

Tenere Ağacı

Fatmacık cama çıkmış yine mahalleyi seyrediyor. Ne yapsın garip bütün gün dört duvar arasında, dön o yana duvar dön bu yana duvar. Gerçi mahallenin de Fatmacığın evinden farkı yok ama yine de hallice işte. Bir avuçta olsa gökyüzü gözükür. Sonra şöyle evleri, binaları bir kenara çeksen bir parça deniz bile gözükür. Eğri büğrü inişli çıkışlı da olsa yollar gözükür. Bir iki evin bahçesinde salkım söğüt, gül, sümbül, sokağın köşesinde bir akasya gözükür. Başka simalar, başka yüzler gözükür. Sonra okul çocukları gözükür günde üç kez, Fatmacık en çok onlara sevinir. Çocuk gibi çıkar çıkar camlara kapılara okula giden çocukları izler. Bazı bazı iki çift laf eder konu komşuyla. Öyle evlere gidip gelmez. Kocası zinhar müsaade etmezmiş, ‘çok gezen papuç bok getirir bize yaramaz’, dermiş. Öyle çok cama kapıya çıkmasını da istemezmiş ama ne yapsın Fatmacık hep dört duvar bunalıyormuş. Öyle anlatmıştı bir seferinde bir kap yoğurt istemeye gittiğimde. O bizlere gelmez bir şey istemeye, kocası duysa bir kapıyı çalıp bir şey istediğini kemiklerini kırarmış. Varlıktan değil ha ama kadın kısmısının yokluğu da bilmesi evlaymış. Öyle sağdan soldan toplayarak kadın olunmazmış. Oturup evindekinin, elindekinin kıymetini bilmeliymiş kadın dediğin. O sebepten Fatmacık varsa yer yoksa aç otururmuş.

Başı yerde, eli koynunda bir kadıncağız bu Fatmacık. Ufak tefek olduğundan mı yoksa on beşinde gelin geldiğinden mi bilmem mahalleli bir Fatmacık demiş öyle de kalmış adı. Kimi kimsesi yok buralarda, bir amcaoğlu varmış ama onunla da kocası pek görüştürmezmiş amcaoğluna nikah düşer diye. Köyden gelin olup çıkmış, çıkış o çıkış, bir anası ölünce gitmiş bir de küçük kardeşinin düğününe. Artık evlendin anan da benim baban da demiş kocası, hısım akraba hep dedikodu yapar aile huzurumuz kaçar deyip o kapıyı da kapatmış. Ee Fatmacık bir sabi çocuk, kocası onun iki katı yaşta adam ondan iyi bilecek değil ya itiraz etmemiş yuvası dağılmasın diye.

Evlenip üstünden birazda zaman geçince çocukları olmuyor diye bir iki doktora gitmişler ama bir netice çıkmamış. Eh pahalı işler o işler Fatmacığın kocası bir kaportacı alt tarafı, kıt kanaat aldıkları bir ev hepi topu; bir de o doktora git muayene ol bu doktora muayene ol kocası parlamış en sonunda, bir İstanbul’un doktorları hep senin üstünden mi geçecek diye. Bir daha çocuk lafını açamamış Fatmacık öyle içinde bir ukde kalmış. Çıkıp çıkıp okul yolu gözlemesi hep ondanmış.

Oldu epey iki sokak aşağıya bir tekstil atölyesi açılmıştı, bizim mahallenin, civar mahallenin kadınları hep işe başladı orada. Kimi ütücü oldu kimi dikişçi elinden hiç iş gelmeyen temizlikçi çaycı oldu. Bu Fatmacık da pek heves etmişti o zamanlar. Girip bir işe çalışsın, biraz insan içine karışsın, sabah koluna çantasını takıp yola düşsün, akşam yorgun argın dönsün hatta belki kocasına ikimizde çalışıyoruz kalk sofrayı beraber kuralım desin. Ama nerdeee! Bunun ki iyice parlamış duyunca ta alt kat üst kat duymuş sesleri. İşe gidip orospu mu olacaksın demişte kapı pencere koymamış adam. Fatmacık 15 gün cama bile çıkamadıydı.

Böyle böyle 15 yılı devirmiş gariban bu adamın yanında. Sorsan belki farkında bile değildir. Zamanı saymak bir beklediği olanlara has. Çalışan aybaşını bekler; okuyan yılsonunu; çocuğu olan onun birinci yaşını, ikinci yaşını derken üç, dört; gurbette sevdiği olan vuslatı; yolcusu olan geleceği zamanı… Fatmacık neyi beklesin? Akşam işten dönecek Nemrut bir kocayı mı? O da gelirse tabi. Haftada üç dört gün ya geç gelir ya gelmez. Mahalleli hep bilir adamın bir kapatmasının olduğunu, hatta ondan bir de çocuk peydahladığını, bir Fatmacık bilmez. Ya da bilir de bilmemezlikten gelir. Bilse ne yapacak. Alıp başını gidemez, gitse yol bilmez iz bilmez, üç kuruş pazar parasından başka para geçmez eline. Hadi diyelim denkleştirdi konu komşudan nereye gider fukara. Ana yok baba zaten gelin olmadan ölmüşte sahipsizlikten vermişler bu adama kızcağızı. Kardeşler hep kendi işinde gücünde arayan soran olmaz. Ah gariban Fatmacık, Tenere Ağacı nasıl bir başınaysa Sahra çölünün ortasında işte o kadar yalnız yirmi milyonluk İstanbul’da.

O gün mahalleden kadınlarla böyle böyle lafını ettik Fatmacığın. Konuştukça deşildik deşildikçe konuştuk. Biz Fatma’yı anlattık ama sen say kendimizi anlattık. Hepimizin içinde bir Fatmacık kanadık durduk.

Derken gel zaman git zaman bu bizim Fatmacık bir sabah kolunda çanta çıkmış evden kocasından hemen sonra. Bizim bakkal Hüseyin görmüş, görmüşte pek şaşırmış. Yoluna çıkmış hayırdır Fatma bacı sen çıkmazdın böyle diye. Fatmacık pek neşeli pek rahatmış. “Hüseyin abi benim adam aradı durağa gel bi doktor buldum oradan alıyım seni gidelim dedi”, demiş. Hüseyin hiç şüphe etmemiş dese olmaz ama sonuçta Fatmacık nereye gidecek kocası olmadan yol bilmez iz bilmez. Bir de durakta saniye ablanın kızı görmüş son olarak bir Toyota arabaya binmiş Fatmacık, araba beyazmış.

Akşam olup da kocası işten dönünce işin aslı ortaya çıktı. Kocası olacak dümbük kapıyı çalmış açan olmayınca bir daha bir daha, bakmış kapı duvar bunda da anahtar yok tabi yıllardır hep kapıyı karısı açtığından. Biraz beklemiş kapıda belki heladadır diye. Durmuş durmuş çalmış. Hala açan olmayınca üst kata alt kata sormuş yok, bir de bakkala bakayım belki ekmek almaya gitmiştir diye Hüseyin’in yanına gidince işin iç yüzünü öğrenmiş. Önce mahallenin ortasına dikildi bir müddet bağırdı ayağı yanmış it gibi, siz ayarttınız benim karımı diye bir karşılık alamayınca sağa sola koşturdu. Anahtarı yok eve giremez kimseyle komşuluk etmemiş misafir gidemez kaldı sokakta. Sonra birileri aklına düşürdü karakola gitti. Meğer Fatmacık çok sıkılıyor diye akıllı telefon almış bu, şuna buna baksın diye. Bakarken bakarken Fatmacık anlamış ki bu yaşadığı hayat cezaevinden farksız, bulunca elini tutacak birini atmış kendini bu koca ummana. Fatmacığın telefon numarasından, bilmem ne numarasından nelere girmiş nelere bakmış hep çıkarmışlar. Meğer Fatmacık bu feministlerle tanışmış, kadın hakları, insan hakları derken öğrenmiş başka hayatlarında olduğunu ve gözünü karartıp kaçmış bu cezaevinden. Sonra bulmuşlar Fatmacığı ama gelmemiş, hatta bir de dava açmış buna. Çocuk yaşta beni aldı kendisine karı etti, bana psikolojik, zaman zaman da fiziksel şiddet uyguladı diye. Bunun üstüne adam da çok durmadı buralarda taşındı gitti. Arada bunun dükkana giden bizim adamlardan öğrendik, boşamış bunu Fatmacık, işe girmiş, kendi ayakları üstünde duruyormuş, bir de kendisi gibi çaresiz kadınlara yardım eden bir dernekte aktivist olmuş. Bizim eli koynunda Fatmacık bir kaplana dönüşmüş. Bizlere de lafı kaldı ardından, Fatmacık gibi bir kuşu çok sıkarsan ilk bulduğu delikten kaçar diye.

Yazar
Gonca Atalay
1986 yılında Yozgat’ta doğdum, 1990 yılından beri Ankara’da yaşıyorum. Karadeniz Teknik Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler okudum. Çalışma hayatıma ikiz kızlarımdan sonra kısa bir mola verdim. İlkokul sıralarında başladığım yazma ve okuma çalışmalarım kızlarımdan kalan zamanlarımda halen devam ediyor. 2018 yılında UMAG’da yazma üzerine verilen seminerlere katılarak Gürsel KORAT, Mehmet EROĞLU, Çiğdem ÜLKER gibi isimlerle çalışma imkanı buldum. Öykülerimden bazıları Ada, Edebiyatist gibi dergilerde yayımlandı. Edebiyatın yanı sıra uzun süredir fotoğrafçılık ile de ilgileniyorum. Çeşitli karma sergilerde fotoğraflarım sergilendi.

Bir Cevap Yazın