Kırık hayatlar sözünden pek hoşlanıyor Halit Ziya Uşaklıgil. Altı romanındaki kişilerin de hep «kırık bir hayatları» vardır. Nemide’de Nemide veremden ölür, babası çıldırır. Bir Ölünün Defteri’nde gerçi Nigâr’la Hüsam mutluluk içinde yaşarlar, yaşarlar ya, onların mutluluklarını gerçekleştirmek için ölen Vecdi’nin anısı bırakmaz arkalarını. Ferdi ve Şürekâsı’nda Hacer bir yangında ölür, İsmail Tayfur çıldırır, Saniha bütün ömrünü bu deliye bağlar.
Halit Ziya’nın İzmir’de, çıraklık yıllarında yazdığı bu üç romanda olduğu gibi İstanbul’da yazdığı, ustalık döneminin üç romanında da «kırık hayatlar» birbirini kovalar. Mai ve Siyah’ta Ahmet Cemil’in kızkardeşi ölür; Ahmet Cemil, bütün umutları, bütün yükselme ve üne erme düşleri yıkılarak, annesi ve Seherle birlikte, alır başını bir uzak ülkeye doğru yola çıkar. Aşk-ı Memnu’da Bihter kendini öldürür; Adnan Bey hayatını kızına, Nihal’e bağlamakta arar mutluluğu, Kırık Hayatlar, adından da belli, hayatları kırılmış insanların bir geçit töreni gibidir. Belki de Halit Ziya en çok bunun için seviyordu bu romanını!
Kırık Hayatlar’ın başındaki «Muharrir ne diyor?» başlıklı önsözde Halit Ziya şunları söylüyor bu romanı için: «…Bir muharrir kendi eserleri hakkında sahih bir fikir beyan edemez, bununla beraber cesaret ederek diyeceğim ki Kırık Hayatlar gerek dil, gerek yapı bakımından kendisinden evvel yazılan ve nasılsa edebiyat tarihinde hususî bir mevkie müstahak addedilen Mai ve Siyah ile Aşk-ı Memnu romanlarından çok üstündür. Münekkitler ne hüküm verirler bilmiyorum, fakat bu iddiayı serdederken hiçbir öğünme hevesine kapılmadan söylemek isterim ki ‘bu kitap muharririnin en olgunluk devresinin mahsulüdür. Elbette bu hükmü, eser her türlü tenkide sebep olacak nakiselerden âridir mânasına almak doğru olmaz.»
Oysa Halit Ziya’nın «memleketin hakiki hayatından bir levha» vermek dileğiyle yazdığı Kınk Hayatlar, Mai ve Siyah’la Aşk-ı Memnu yanında pek sönük kalır. Çünkü Halit Ziya ancak Ömer Behiç’in evinin aracılığıyla görüyor «memleketin hakiki hayatını», o evin ilişkileri içinde görüyor; bu bir. Sonra, toplum yaşamından bir kesit vermek isterken hep bireysel ve olağandışı durumlara takılıp kalıyor, toplumsal nedenlere inemiyor bir türlü; ona göre, «kınk hayatlar» toplumsal bir olgu değil, bireysel bir olgudur. Bunun sonucu olarak «Ne yapmalı?» diye sorar (Kırık Hayatlar, s. 335) ama bir yanıt bulamaz. Üstelik roman olarak da iyi kurulamamıştır Kınk Hayatlar; Halit Ziya, tanıdığı, gözlemlediği birtakım kişileri bir araya toplamış, ama kişiler arasında pek öyle bir bağlılık yok; kişilerini bir roman düzeni içinde ele alıp karşılıklı ilişkilerine göre inceleyerek geliştirememesi bundan. Yer yer sözü uzatması da bundan. Roman, Ömer Behiç’in «hayatının en mühim feragatını» yapmasıyla biter; Metresini bırakır Ömer Behiç ve üzüntüden saçlarına ak düşen karısına döner!
Aşk-ı Memnu, Halit Ziya’nın en başarılı romanı. On dokuzuncu yüzyılın sonunda yazılmış, ilk baskısı 1900’de yapılmış. Bence ilk gerçek Türk romanı. Nedeni belli: Aradan seksen yılı aşkın bir süre geçtiği halde bugün de zevkle okunmakta. Zamanın yıkıcı gücüne dayanmayı başarabilmiş beş on Türk romanından biri. Taaşşuk-ı Talât, sadece, tarihsel açıdan bir ilk roman. Oysa Aşk-ı Memnu, yaşamasını sürdüren ilk Türk romanı, Tarih açısından değil, edebiyat açısından ilk Türk romanı.
Halit Ziya Uşaklıgil, 19.8.1943’te, Suut Kemal Yetkin’e yazdığı mektupta, Aşk-ı Memnu konusunda şunları söylüyor: «…Bana soruyorsunuz: Aşk-ı Memnu ne gibi etkiler altında ve nasıl yazılmıştır? diye… Bunun yanıtı biraz zor. Bilirsiniz ki bir şiir parçası, hikâye konusu belli bir kaynaktan gelen bir etkinin, yalnız bir tek etkinin ürünü değildir. Bir hava esintisi birçok karışık yaprakları savurarak şuraya buraya dağıtır, bunlardan bir kümeyi bir yana atar… İşte sanatçının gözüne, belleğine ilişen izlenimler bunlardır. Bunlardan bir toplam çıkarmak onun eczasını birbirine ekleyip yapıştırmak, ona bir biçim vererek türlü öğelerini ipliklerle bağlamak için etkinliğe geçen asıl sanatçının hayalidir, renk renk taş parçalarından bir levha çıkarmak gibi bir iş. Bu işin sahibi, etmeni imgelemdir. Aşk-ı Memnu yazılırken İstanbul’un belli çevrelerinde, özellikle Boğaziçi’nde Melih Bey takımını andıran aileler vardı. Nitekim bugün de öyledir. Yazar bunları uzaktan yakından bilir ve tanırdı. Hayalinde birikmiş karmakarışık izlenimler vardı. Bunları billûrlaştırarak bir toplam çıkarmak için imgelemini kamçılamak yeterdi. Bu, demek değildir ki, Aşk-ı Memnu gerçekte var olan birtakım yüzlerden kopye edilmiştir. Eserde birçok kişiler vardır. Bunlardan hiçbiri belli birtakım kişilerin benzeri değildir. Ama genel toplamıyle birçok kişilerden eğretilenmiş dağınık eczadan bileşen bir varlıktır. Doğruluğu da bundan ibarettir. Örneğin eserin başlıca kişilerinden biri olan Behlûl benim özelliklerini tanıdığım bir, iki, belki üç gençten toplanmış bir gençtir. Filân ve falana az çok benzer, ama yüzdeyüz filân değildir. Firdevs hanım ve kızları, hele Nihal ve babası, bunlar da öyle… Olaya gelince: O bütünüyle hayal ürünüdür. (…) Bu eserin birtakım üstünlükleri varsa onların başında kişilerin çok olması ve herbirinin özel ve kişisel bir hayat ile yaşamasıdır…» (Ulus gazetesinin Güzel Sanatlar Sayfasında 5.9.1943’te yayımlanan mektubun sadeleştirilmiş metni Türk Dili dergisinin Temmuz 1964 tarihli «Roman Özel Sayısından alınmıştır.)
Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu’da, XIX. yüzyılın sonunda yaşayan zengin ve aylak bir toplum katının yaşam biçimini; varlıklı, geleneksel Türk ailesinin «batılı» yaşama biçiminin etkisi altında çözülüp alt üst oluşunu, yozlaşmasını; bu toplum katının yaşadığı ve eğlendiği yerleri (Konaklar, yalılar, Boğaziçi, Büyükada, Göksu, Concordia, vb.); birey olarak bütün somutluklarıyla bu toplum katının insanlarını, bu insanların sorunlarını, dünyaya ve insanlara bakış açılarını, bu insanlar arasındaki ilişkileri anlatıyor. Ve bu yaşam biçimine «halk»ın tepkisini; onu da ama «halk» dedikse, bunu yalıların, konakların dışında yaşayan gerçek halk olarak değil, yalılarda, konaklarda bu zengin ve aylak insanların yanlarında çalışan «hizmetçiler» olarak anlamak gerek; çünkü söz konusu olan bir Halit Ziya romanıdır ve ancak onlar Halit Ziya’nın engellerini aşarak romana girebilmişlerdir.
Roman, «Melih Bey takımı»ndan Firdevs’le kızı Bihter’i (Bu arada, ikinci planda olmak üzere, Firdevs’in öbür kızı Peyker’le Peyker’in kocası Nihat Bey’i) ve Adnan Bey ailesini (Adnan Bey’i, kızi Nihal’i, yeğeni Behlûl’ü) anlatır; Adnan Beyle Bihterin evlenmesiyle gelişir, mutsuz bir sonla biter.
Kimdir Melih Bey? Romancı şöyle diyor: «Melih Bey ölümünden sonra devam edebilecek hiçbir anı bırakmamıştır: yazdığı Anadolu kıyısında bir yalı ile bu yalıdan İstanbulun hemen her tarafına yayılarak bugün ‘Melih Bey Takımı’ unvanıyla bir sivrilme noktasında birleşen kadınlar.» (İnkılâp ve Aka Kitabevi, 1978 baskısı, sadeleştiren: H. Fethi Gözler, s. 4) Erkeklerin bu «takım»a karşı tutumlarını ne güzel anlatır Halit Ziya: «Göksu’da bundan evvel Firdevs Hanım’ın evlenme söylentisi – ucunda ağır bir kurşun parçası sallanan olta iğnesi gibi – düştüğü noktanın etrafında gittikçe genişleye genişleye açılan daireler çizmişti. Herkes bu dairelerin dışında kalmak, yalnız ufak çekingen bir dokunmayla iğnenin ucundan biraz yem kopardıktan sonra kaçmak isterdi.» (S. 6) Eğlenmek dışında Melih Bey takımının başlıca özelliği giyinmektir. İstanbul’un en iyi giyinen kadınları onlardır. Ve «inanılmayacak bir ucuzlukla». «Onlarda taklit edilemeyen şey giydikleri değil, giyinişleriydi.» (s. 12) (Kaç «erkek» romancımız çıkar bu inceliği ayrımsayan!) Yoksulluktan bunalan yirmi iki yaşındaki Bihter, parası için, ellilik Adnan Beyle evlenir: «İşte, bütün o çılgıncasına sevilip de alınamamış şeyler, işte onlar, iradesinin avuçları önünde en küçük bir emeline itaat etmeye hazır bekliyor, renkli gözleriyle onu çağırıyordu.» (s. 26) «Çılgıncasına sevilip de alınamamış şeyler»i satın alma gücü: Budur «evlenmek» Bihter için! Bu yüzden, Adnan Beyle evlenmek uğruna, eski Türk ailesinde görülmeyen bir şey yapar annesiyle şiddetli bir ağız dalaşma girişir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın söyleyişiyle «Tanzimat’ın bütün medeniyetine vâris» Adnan Bey, dört yıldır duldur; kızı Nihal, oğlu Bülent’le yaşamaktadır. Annesinin sağlığında Nihal’e batı yaşama biçimine uygun olarak, bir «mürebbiye tutmuştur. Bunun dışında, yeğeni Behlûl («Babası illerden birine memur olup gittikten sonra Behlûl Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak bırakılmıştı. Haftada bir gece Adnan Bey’in yalısına giderdi. Babası o kadar uzaktaydı ki, tatil zamanlarını uzun bir gezi için boşuna harcamaktansa İstanbul hayatı hakkında okulda başlanan öğrenmeyi genişleterek bitirmek için kullanmayı tercih etmişti.» (s. 78), başkalfa Şayeste, Şakire Hanım, Şakire Hanım’ın kızı Cemile, kocası Süleyman, aşçı Hacı Necip, küçük Habeş Beşir. Bütün bunlar Adnan Bey’in yalısında yaşarlar. Ne mi yapar Adnan Bey? «Sonra odasına, iş odasına girdi; bir şeyle uğraşmak istiyordu. Onun başlıca merakı tahta üzerine oymacılıktı. (Tahta üzerine oymacılık o dönemde yaygın mıydı? Sinekli Bakkaldaki Zaptiye Nazırı’nın da en büyük merakı oymacılıktı! (F. N.) Bütün boş saatlerini kâğıt bıçaklar, hokkalar, kibrit kutuları, üzerinde kabartma resimlerle kâğıt baskıları oymakla geçirirdi.» (s. 39) Evet, 382 sayfalık roman boyunca
, «bir şeyle uğraşmak» istediği zaman Adnan Bey’in yaptığı tek «iş» budur: Tahta üzerine oymacılık! O değirmenin suyu nerden geliyor, bunca servetin kaynağı nedir? Bunları öğrenemeden roman bitiyor!Behlûl, yüzeysel bir batılılaşmanın yarattığı tipik genç. Eğlence ve kadın peşinde. Bütün işi bu. Peşinde olduğu kadın, evinde kaldığı, ekmeğini yediği Adnan Bey’in karısı da olabilir. Geleneksel değer yargılarını yitirmiş, yeni değer yargılarından yoksun bir Behlûl; en küçük ahlâki sorumluluk duygusu kalmamış. Halit Ziya, Behlül’ün kişiliğinde, zamanla toplumumuzda daha da yaygınlaşacak bir genç tipini çok iyi canlandırmış.
Hizmetçilerin bu yeni, batılı, «alafranga» yaşam biçimine tepkilerini Halit Ziya çok kısa ama açık seçik belirtiyor.
…………………….
Aşk-ı Memnu’da belirli bir tarihsel dönemin gerçekliği, romana özgü biçimler içinde, ustaca anlatılmıştır. Çünkü Halit Ziya, toplumsal gerçekliği, kimi romancılarımızın yaptığı gibi, kişilerden ayrı, kişilerin dışında vermiyor. Aşk-ı Memnu, toplumsal gerçekliği romancı olarak yaklaşmasını ve bakmasını bilen bir yazarın eseridir.
…………………….
Fethi NACİ
Müjde Alganer’in yeni kitabı raflarda
Petek Sinem Dulun’un yeni kitabı çıktı
Nobel adayları arasında bir Türk şair