Bu makale Nesin Vakfı 1982 Edebiyat Yıllığı’ndan alınmıştır.
***
Batı Avrupa serfleri özgür «burçlarda» bağımsız zenaatkârlar haline dönüşürken bilim ve kültür de kendi değişimini yaşamıştır. Kentleşme bir yanıyla insanları toplu halde tutarken bir yanıyla rekabetin ağır basıncı altında parçalamış, bölmüş ve bireyciliğini beslemiştir. Ballad’ların toplu dinleyicileri kendi köşelerinde tekil okuyucular haline gelmiş seyirliklerin toplu katılıcıları tiyatro koltuklarında seyircileri oluşturmuştur. İnce bir zevk, üstün bir kültür birikimi isteyen soyut destanların yerini yeni sınıfın kolayca anlayabileceği sözcüklerden oluşan yazı ve müzik türleri almıştır. Senfoniler marşlara, operalar operetlere, tragedyalar bulvar ve farslara şiirsel anlatım düz yazının kalıplarına dökülmüştür.
Elbette sonraki zamanlarda tezle antitez bileşimle yükselecek durmaksızın yükselecektir. Ta ki kendi duraklamasına kadar. Ama bütün bu oluşumlar egemenlik yolunda yükselen alt sınıfın üst sınıf değerlerine tepkisiyle gerçek bir devrimin akışını belirleyecektir. Belirlemiştir de… Roman güldür güldür akmaya başlamıştır. Geçmiş romanın doruklarına şöyle bir bakıldığında toplumsal değişimin sözkonusu olduğu her ülkede romanın yükselişi apaçık görülür. Yeter ki romancılar kültür birikiminin bütün olanaklarını kendi yapıtlarının harcında kullanabilsinler. Çünkü her değişim öncekinden etkilenmiştir ve her ülkede romanın zamanı olmuştur. Öyleyse bu kısa özetin göstergesinde kendimize ve günümüze bir bakalım. Şöyle bir örnek vermek yersiz olmaz sanırım. Londra’da atelyeler 16. yüzyılın başlarında kurulmaya başlanmıştır. Londra’nın nüfusu 90 bin kişidir. Üç yüz yıl sonra aynı Londra bir milyonluk bir kenttir. Gecekondularında Charles Dickens’in açları yaşar, denizlerinde Daniel de Foe’nın Robinson Crusoe’leri cirit atar ve tiyatrolarında Shakespeare’in oyunları sergilenir.
1950’lere gelindiğinde İstanbul’da 400 bin kişi yaşar. Aynı İstanbul 1980’de 5 milyonluk bir kenttir. Bu en azından şunu gösterir, batılı toplumların üç yüzyılda ulaştıkları yere Türkiye toplumu 30 yılda varmıştır. Elbette onların yüzer yıllık sancılarını onar yılda çekmek gibi bir ödevle yükümlenmiştir. Bu nedenle denilebilir ki batı toplumu kuşakların zincirleme gelişmeleriyle dönemeçleri aşarken Türkiye toplumu aynı kuşakta bütün dönemeçleri aşımak gibi bir ‘sorunla’ karşı karşıya kalmıştır. Daha da somuta indirgersek on onbeş yaşına kadar otomobil bile görmemiş bir insanın otuz yaşında uzaya gidecek aracı yapmaya yükümlenmesini alabiliriz. Zaten ülkemizde de bu gerçekleşmiştir. Okuma yazmayı gecikmiş yaşlarında öğrenebilen pek çok değer elektronikten uzaya, şiirden tiyatroya ve plastik sanatlara pek çok özgün bilim ve sanat ürünü ortaya koyabilmişlerdir.
Ama bu basıncın aynı kuşak üzerindeki bölünme, parçalanma bireyci ya da toplumcu davranışlarındaki ezici ve yıkıcı darbelerini bir düşünecek olursak her insanın büyük bir dramı yaşadığını kabullenmek zorundayız. Zaten roman da bunun için geçiş dönemlerinde yükselen bir sanattır. Her insanın üstelik korkunç bir dramı olduğu zaman, yani kendi kendisiyle sürekli çelişkiye düşebildiği zaman sanatçının işinin kolaylaştığı zamandır. Açken açları öldürebilecek bir yere gelmek de ümmi iken okumuşları eğitebilecek bir yere gelmek de ağır bir bedelin ödenmesi, büyük bir dramın yaşanması ile mümkündür. Romancının işi böylesine insanlardan oluşan topluma bakarken dünya kültür birikiminin bütün olanaklarını kendi özgünlüğü ve bu bedeli ödeyen bu dramı yaşayan insanın özgünlüğüne uygun biçimde ortaya koyabilmek ölçüsünde basitleşmiştir. Ve işte basit olan bu yazıcılık aynı zamanda büyük bir sorumluluk ve bilgi birikimini gerektirir.
Toplumlar kendi koşulları çerçevesinde bizim toplumsal aşamamıza benzer aşamalardan geçmişlerdir. Geçtikleri için de benzer kültür ürünleri vermişlerdir. Elinize bir Thomas Hardy, bir Joyce, bir Kafka, bir Huxley, bir Zimmerman, bir Bernard, Maupassant, Zola, Stendhal ya da Gorki alın; adları yerleri tipleri ve konuları biraz yerelleştirerek yazmanız da mümkündür. Üstelik bu kültürle koşullanmış pek çok insanın övgüsünü ve beğenisini peşinen kazanırsınız. Bir de bunların sentezi üstüne kendi kültür birikiminizi eklediğinizde yepyeni bir gelişmenin muştucusu olacak biçimde yazmak da mümkündür. Durum kolaya elverişli olduğundan güçlük seçimdedir. Kolaydan aldığınızı kolayla götürmek yanını seçtiğinizde gününüzde çok tutulur, çok beğenilirsiniz, çünkü güncel beğenilerin ve edilgen bir kültür alışkanlığının istemlerine karşılık veriyorsunuzdur. Alkışlar, övgüler ve ödüller sizin olur. Özgün yolu seçtiğinizde topluma uğrun uğrun işlersiniz. Yaptığınızın farkına yıllar sonra varılır. Horlanır, aşağılanır, küçümsenir, hatta yoksanırsınız. Alışılmışın hazırcı cahilleri sizi alaya alırlar. Ama yıllar sonra Balzac’ın başına gelenlere bir bakacak olursanız dehşete düşmeseniz bile hazırcıların anlayışsızlığına şaşar kalırsınız. Neden mi? O günlerin Goriot Babaların, Eugenie Grandet’lerin, Balzac’ı hakkında yazılanları okumak gerek. Fransız akademisi ve ödülleri yine vardır. Yazdıkları romanlar kendisi yazar sayılmadığı için ne ödül verilir, ne akademiye alınır sonra… İşte romanın da en büyük özelliği budur. Güncel olan gider ama roman kalır. Çünkü sessiz etki derinden etkidir ve uğrun uğrun işleyen dalga dalga yayılır. Belki yazarı göremez bunu, belki yararlanamaz ama roman yazarının toplumuna ödediği bir borçtur. Toplumun kimseye hiçbir biçimde borcu yoktur. Olmadığı için de yaygınlık ve değerlendirilmesi zaman içinde ve süreklilikle belli olur, zor bir seçimdir bu. Hele her şeyin somut bir biçimde sonucunun görüldüğü bütün sahaların bir tek kuşağa yüklendiği dönemlerde büsbütün zorlaşır. Çünkü yirmi yaşındayken eşeğe binememiş adam otuz yaşındayken Mercedes’e yan gelip kurulabiliyorsa yazar da emeğinin karşılığını hemen isteyecektir. İstemesi gerek. İstediğinde en azından haksız olmayacaktır.
Olmayacağı için de günümüz Türkiye romanı kolayla zor arasında gidip gelmektedir. Bir yandan kolay başarıların güncel beğenilerin romanı yürümekte sere serpe, bir yanda idealist bireycilik; araştırmaları, ki bunların kalıcıları geleceğin belgeleri olacaktır. Ama öte yanda da bütün bir kültür birikimini yüklenmiş toplumcu roman yeni sentezlerin öncülüğünü yapmaktadır. Pek çok romanımız dünya romanının önündedir. Önünde olduğu için de yaygınlığı zor toplumsal kesitle buluşma dönencelerini beklemeye koşuludur. Ne var ki bu üç dal her zaman her yerde olmuştur. Olacaktır da. Yeter ki geleceğin romanına ulanacak yapıtlar bulunsun. Taklitler
, güncel kaçışların bütün bir yaşamı Freud gibi salt seks sanması yanlışlarının destanları yazılacaktır. Ama bunlara; bunların beğenilmesi, tutulması, sevilmesi, ödüllendirilmesi karşısında yine de roman yazılacaktır. Çünkü roman asıl böyle zamanlarda yazılır, hem de ister istemez yazılır…
Müjde Alganer’in yeni kitabı raflarda
Petek Sinem Dulun’un yeni kitabı çıktı
Nobel adayları arasında bir Türk şair