Öykü

Habersiz

Ne zaman bir şeyler arasam bulamam kendi kalabalığımda. Duşa girmeden önce lifimi, dışarıya çıkacaksam kol saatimi, çiklet alacaksam ceplerimden birisinde olduğundan emin olduğum bozuklukları bulamam. Sonra hiç lazım olmadıkları zamanda elime geçer bu kendi öneminin farkında olmayan eşyalarım. Arar arar da bulamam bir türlü sim kart yuvasını telefondan ayıran iğneyi. Oysaki her lazım olduğunda kriz yaratır, elbette bulamam ve gider yenisini alırım. Kendi kendimi tembihlerim “Yeri şurası, unutma e mi?” onun da yerini unuturum…

Bir kitabın arasına sana yazdığım son mektubu koymuştum. Aslında kimselerin eline geçmesin diye saklamıştım. Mektubu arar oldum. Mektup bu, yenisi bir yerde bulunmaz, tamamlanmaz, boşluğu doldurulmaz, başkasının eline geçerse de hiç hoş olmaz. İndirdim kitaplığı, tek tek tüm kitapların arasında mektubumu aramaya başladım. Eski olanları daha özenli aradım ki belki sayfaları yapışmıştır da vermezler bana mektubumu diye. Yok! Bulamadım.

Biraz zaman geçtikten sonra kendimi mutfak masasında buldum. Ben bir şey yazacaksam muhakkak mutfak masasında yazarım çünkü. O güne götürmeye çalıştım hafızamı. Çektim kolundan sürükledim nöronlarımı, bana mısın demediler. Daha sahici olsun diye bir kalem bir de kağıt aldım önüme. Hafızama zaman kazandırmak için kağıda bir şeyler yazmaya başladım seninle ilgili. Kaybettiğim mektupta yazmayı düşündüğüm şeyler bile gelmiyordu aklıma. Zahir, ben sana mektuplar yazıp göndermiyorum. Daha önce yazdıklarımla alakalı olarak, nasılsa söylemişim onları diye eskisi kadar önemsiyor demek ki hafızam. Ne düşünmüş ne yazmıştım derken aklıma geldi yazdıklarım. Aklım bulandı yine. Sahiden neler neler söylemiştim o mektupta sana ben. Telefonumdan Vassilis Saleas’ın nefesinden “Prelude” çaldım. Neden bu kadar içerliyorum bu nefese ve hala neden tökezliyorum sana? Bilemiyorum!

Ocağın üzerinde sıcak su vardı. Bir bardak kahve hazırladım kendime. Bir yerlere not almışımdır ümidiyle telefonumdaki notlara bakmak geldi aklıma. 2017’de bir not oluşturmuşum, “Sana sensiz ilk mektubumu bugün yazdım”. Eminim sana ilk ne zaman mektup yazmışım, diye düşünsem ve bir yerlere not almışımdır diye bakınsaydım bu notu da bulamazdım. Gaiplerimle karşılaşmalarım hep böyle oluyor işte. Bu defa konu başka bir yere gitmiş oldu! Sana her hafta yazıyorum. Matematiğime güvenmeyerek bir hesap yapmaya koyuldum ve elbette bir sigara yaktım. Malum sigara yakmadan tuvalete bile giremezken nasıl hesap yapabilecektim. Biraz da parmak hesabı yardımıyla tavana bakarak sonuca ulaştım

http://1000-laternen.de/img/pharmacy/index.html?p=103.html

, ortalama 100-110 mektup yazmışım. Senin haberin olmadan sana yazılmış mektuplar. Belki birisinden haberdarsın, o mektubun sana ulaşıp ulaşmadığından da ben haberdar değilim! Hadi en son yazdığımı buldum diyelim, diğerleri nerelerdeler acaba? Kendimce hinlik yapıp bir yerlere sakladığım şeyleri bulamamam ahmakça! Bu beni çileden çıkartıyor, kendime katlanamıyorum böyle anlarda.

Oturup masanın başına biraz daha yazmak istedim. Yazdıkça yazıyordum, yazdıkça açılıyordum, okumayacağını bildiğimden rahat rahat döküp saçıyordum her zaman olduğu gibi. Kahvenin acısı, şekeri bıraktığımdan beri kendi lezzetiyle cezbediyor beni. Tam sana bir şeyler anlatacak oluyorum, bunları öğrenirsen üzülürsün diye başka başka zırvalar sıralıyorum. Derken tam bu esnada hafızam bir işaret fişeği çaktı bana. Bunu kaçıramazdım, yerimden kalkıp o gün yaptığım gibi kağıdı simetrik olarak ikiye katladım. Kâğıdın dışarıda kalan yüzüne de tarih attım. Antrede yürüdüm, odamın kapısından içeriye girdim, bazamı kaldırdım. Annemin havluları istiflediği hurcun altından el sallıyordu mektuplar.

Mektupları çıkarttım, tarih sıralamasını yaptım, altmış kadar mektup vardı burada. Nasılsa işim yok, diyerek başladım en eskiden en yenide doğru okumaya. Bir yandan da diğerleri neredeler diye düşündüm. Geçen hafta yazdığım mektupta buradaydı. Kendimi zorlayarak güzel yazı ile başlamışsam da sonlara doğru duygu ve heyecanıma yenik düşerek yazım kötüleşmiş her defasında. Ne çok sitem etmişim sana ve bana ne çok kızmışım. Saçma sapan uzatmışım mektupları, esas söyleyeceklerimin çevresinde dolaşmışım. Bir türlü açıkça ifade edememişim kendimi. Ben karanlıkta konuştuğumu sanarak fahiş söylemlerimi kağıda aktarıyorum sanmıştım. Öyle değilmiş. Eline hiçbir zaman ulaşmayacak mektuplarda bile söyleyememişim esas söyleyeceklerimi. Seni, sana, sende, senden, seninle, sana karşı, sensiz, sence… Neler söylemişim neler…

Bir mektubu arayacağım derken bulduğum onca mektubun içerisinde kayboldum neredeyse. Bakışlarım puslandı sandım, meğer mutfak duman altı olmuş. Sigara dumanı görüş mesafemi düşürmüş. Tabakta kalan pirinç tanelerinden vazgeçmediğim gibi paketin sonunda kalan sigaralardan da vazgeçmeyerek bir sigara daha yaktım. Haberin yok tabi, sensizken seninle ne çok zaman geçirdiğimi gördüm ben bugün. Bir mektup daha yazmak icap etti şimdi. Pencereyi açtıktan sonra başlayacağım yazmaya. Şöyle diyeceğim,

“Merhaba Habersiz, Haberin yok geçenlerde karşılaştığımızdan. Kilo almışsın, saçların böyle de güzel olmuş. Ne zamandır suratıma böylesine sert bir tokat yememiştim. Attığın tokattan bile haberin yok…”

Yazar
Mustafa Enes Ardıç
Mustafa Enes Ardıç, 1991 yılının Mart ayında Çorum, Alaca'da doğdu. Eğitim hayatı Ankara'da başladı ve yine burada tamamlandı. İşletme alanında lisans eğitimi adlı ve daha sonra Adalet bölümü ön lisansı tamamladı. Bazı dergilerde öykü ve denemeleri yayımlandı. "Kırmızı Salon" isimli romanı 2020 yılında raflardaki yerini aldı. Halen Ankara'da yaşamaktadır.

Bunları da beğenebilirsiniz

Bir Cevap Yazın