Roman hayatı yeniden yaşatır bize. İyi kötü yanlarıyla bütün ayrıntılarıyla, olanca derinlikleriyle yaşatır. İster geçmişten, ister gelecekten sözetsin. Onda kendimizi ararız, onda kendimizi buluruz. Okurken de böyledir bu yazarken de böyledir. Hayatı bir manzara kartpostalı gibi kopya etmez tabii ki roman. Ama, hayattan aldığı elemanlarla sayfalarında yeniden bir dünya yoğurur, oluşturur. Bakarız, kapışma halindedir orada insanlar.
Köylüsü kentlisi, cahili ahini, zengini fakiri, merhametlisi gaddarı, cesuru korkağı, çalışkanı asalağı, namuslusu namussuzu, ardı arkası gelmeyen bir didişme, savaşma içindedirler. Yazar bütün bu elemanları ve olayları, belli bir estetik kuralı izleyerek, ya da, kuralını da kendi yaratarak, savaşa süren bir komutan gibidir. Onun kimleri, kimlere karşı, hangi silahlarla, kimlerin adına nerelere saldırttığı, kimler için nasıl zafer sağladığı ilgilendirir okuyucuyu. Bana kalırsa romanımızı bu açıdan ele almak ve uzun bir sanat hayatı devresinde hangilerinin kalbur üstünde kalabildiğini araştırmak gerek.
Sanatçı, kimler için yazar, ne gibi şeyler yazar? Sorusu da çıkar burdan meydana ve insanı bir hayli düşündürür. Yıllarca evvel bir gardiyan benden okuyacak birşeyler istemiş, ben de ona Römark’ın GARP CEPHESİNDE BİR ŞEY YOK isimli romanını vermiştim. Biraz sonra geri getirdi şöyle bir karıştırarak, utana utana: «Ben bundan birşey anlamam bey, bana vereceğin kitapta aşk meselesi olsun?» dedi, şaştım kaldıydım. Daha sonraları, büyük tiraj gazetelerimizden birinde bir hikâyem çıktıydı ve bir hayli de ilgi gördüydü. Ama, hikâyeyi ilâveye koyan arkadaş, güçlü patronun karşısında bulmuştu kendini. Hiç ıvırıp kıvırmadan diyordu ki adam: «Bu hikâye güzel bir hikâyedir, ama delikanlı, hüzün var içinde. Bizse hayatın zaten yorduğu insanları böyle şeylerle düşündürmek değil dinlendirmek istiyoruz.» Aşk Hikâyesi, genel başlığında veriliyordu orada hikayeler. Toplumun ciddi meselelerinden fellik fellik kaçınılıyordu.
Evet, roman ve romancı insanları, hangi sınıftan, hangi zümreden olurlarsa olsunlar, katiyyen hafife almamak, onları eğlence malzemesi olarak kullanmamak zorundadır. Toplumdaki ana konulardan insanı uzak düşürmek, onu kendi çıkarları aleyhine savaşa sürmek sanatçının görevleri arasında değildir. Bu bakımdan aşk da, tekmil insan ilişkileri içinde hakkı olduğu kadar yer alacak, ama, en can alıcı dertleri gölgelemeyecek, hayat kavgasının dışına atmayacak, atamayacaktır. Bir toplum olayını veya olaylarını sorumluluk duygularıyla işlemek, ancak bu yöntem ve yöntemlerle olabilir.
Bu açıdan tarandığında, romanımızda hayli kabarık sayıda, güzel örnekler bulunabileceğine inanıyorum. Ancak, onları eleştiriye aldığımızda ölçüyü şaşırmamak zorundayız şu var ki. Bir ülke tekmil varlığını üretici güçlerinin yaratıcılığından alır. Olaya bu açıdan baktığımızda, halk onayını almayan romanlar
, azametli yazarlarıyla birlikte havada kalmaya mahkûmdurlar. Onları dost ahbap meclislerinin pohpohlamaları değil, ancak ve ancak halkın ilgisi kurtarır. İdeologlukta dikiş tutturamayıp, romanımız üzerinde ahkâm kesmeye kalkanlara değil, halka kulak verelim romanın gelişmesi, geliştirilmesi için.
Müjde Alganer’in yeni kitabı raflarda
Petek Sinem Dulun’un yeni kitabı çıktı
Nobel adayları arasında bir Türk şair