Söyleşi/Röportaj

Yazar telif sözleşmeleri nasıl olmalı? (Bölüm 1)

Yazar telif sözleşmelerinin, piyasa dinamikleri, yayıncı ve yazarlar nezdinde irdelendiği üç bölümlük söyleşinin ilk bölümüyle huzurunuzdayız. Akademisyen-Avukat Oğuz Kara ve Yazar- Editör Müjde Alganer özellikle seçtikleri bu konu hakkında ayrıntılı gözlem ve düşüncelerini bizlerle paylaştılar.

***

M.A. Sevgili Oğuz seninle bu konuyu konuşmaya sanırım altı ay önce başladık. Süreç daha önce yayıncılarımla yaşadıklarımı sana aktarmamla başladı sanıyorum.

O.K. Evet Müjde. Ben kendini iyi bir kitap okuru olarak tanımlayan biri olarak senden duyduklarım ve devamında yazarlara dayatılan sözleşmeleri görünce açıkçası çok şaşırdım. Bir eser ortaya koymak isteyen kişinin eserini bastırmak için çok ağır mali ve manevi dayatmalara tabi tutulduğu bu telif sözleşmeleri beni çok tedirgin etti. Şimdiye kadar fikri mülkiyetin daha çok marka ve müzik telifi alanında olan ben, bu konuda biraz daha fazla çalışma ihtiyacı duydum açıkçası… Eskiden de bu durum böyle miydi bilmiyorum ama telif ekseninde yazar ve yayınevi arasındaki iletişimin ciddi bir reforma ihtiyacı var. Özellikle ilk kitabını bastırmak isteyen yazarlar için!

M.A. Özellikle kurgu hatta kurgu dışı yayım süreçlerinde yaşanan gelişmeler son sekiz-on sene zarfında hayli farklılaştı. Ben bu gelişmeleri yazarın yaratım yolculuğu, yayıncı politikaları, ekonomi, değişen piyasa dengeleri ve son dönemde de pandemiye bağlıyorum. Elbette bahse konu değişkenler de birbirini etkiliyor. Ve nihayetinde, bütün faktörler yazar ve yayımcı arasındaki telif anlaşmalarını şekillendiriyor. Madalyonun birden fazla yüzü var. Biz tabii senle işin hem davranışsal hem de ayrılmaz parçası olarak hukuki veçhesini konuşacağız. Öncelikle şöyle bir soruyla başlayayım. Bu arada lütfen sen de sorularını hazırla… Evet, ilk soru geliyor. Sevgili Oğuz sence yazar-yayımcı sözleşmelerindeki en büyük sıkıntı nedir?

O.K.  Bence burada en büyük tek bir sıkıntı yok. Diğer yandan sıkıntılı hususlara değinmek istiyorum. Öncelikle yazar telif yüzdelerinin gittikçe azalması ve sözleşmelerin tek taraflı yani yayıncı menfaatini gözetir olması beni rahatsız eden bir husus. Ayrıca, yayınevlerinin eserle ilgili bütün hakları –bunları kullanacak olmasalar bile sözleşme ile kendilerine ait kılmaya çalışmaları (dijital ve yurt dışı dahil) oldukça tedirgin edici. Diğer yandan, yazarın eser üzerindeki hakları mali ve manevi yönleriyle kendini gösteriyor. Mali haklar şu şekilde karşımıza çıkıyor: İşleme hakkı, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, temsil hakkı, halka iletim hakkı. Manevi haklara da değinmek gerekirse şu şekilde sıralayabiliriz: Halka arz, adın belirtilmesi, eserde değişiklik yapılmasını men etme, yazarın zilyet ve malike karşı hakları… Yayınevi ile yazar arasındaki sözleşmelerde esere ait tüm haklar hem mali hem de manevi yönleriyle yayınevine devrediliyor. Manevi haklar aslında (umuma arz hakkı hariç olmak üzere) hukuken devredilemez ancak kullanımı devredilebilir. Uygulamada yazarın yayınevine yaptığı bu devirlere ilişkin sözleşme maddeleri yurtiçi ve yurtiçinde dijital de dahil olmak üzere her türlü platformu kapsayacak şekilde kaleme alınıyor. Hatta son yıllardaki telif sözleşmelerinde “uzay dahil olmak üzere tüm evrende” şeklinde maddeler karşımıza çıkıyor. Bu noktada yazara “eserin başka türlü basılmaz” baskısıyla imzalatılan bu sözleşmelerin sağlığı konusunda ciddi tedirginliklerim var. Gerçekten de bazı eserler ciddi başarı elde ediyor ve film, dizi olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu noktada tüm haklarını yayınevine en başından devretmenin doğru olmadığını düşünüyorum.Bu anlamda yazar adaylarının sözleşme maddelerini tek tek irdelemeden imzalamasının doğru olmadığını gerekirse revizyon talep etmesinin doğru olduğunu düşünüyorum.

M.A. Bu konuda kesinlikle sana katılıyorum. Öte yandan yayıncılar maliyetlerle başa çıkamadıklarını ifade ediyorlar ve söz konusu, yazarın ilk kitabı ise satış açısından ticari endişe duyuyorlar. Böylece ya yazara çok küçük bir yüzde teklif ediyorlar ya da hiç telif vermiyorlar. Adeta kitabın basılmasını bir lütuf gibi sunduklarını söyleyebilirim. Elbette bunun bir sonraki adımı, yazarın finanse ettiği model. Hepsinin farklı varyasyonları da mevcut, öte yandan.

O.K. Aslında tam da burada bir konuya dikkat çekmekte fayda var kanımca. Yayımcılar son dönemde bunu nitelik gözetmeden yapıyorlar. Belki de çok değerli bir yazar ve eser var ortada. Ancak geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak tanınmayan bir yazarın satış kapasitesine güvenemiyorlar.

M.A. Yayıncılar popüler yazarlar dışında yeni yazarların kitaplarının performansını tahmin edemiyor. Bazen çok vasat bir kitap çok iyi satarken niteliği yüksek bir kitap aynı ivmeyi yakalayamıyor mesela. Yayıncı piyasada yaşadığı tecrübelerden yola çıkarak olası problemler ışığında yazardan pazarlama sürecine katılmasını istiyor.

O.K. Bu dediğin geçmiş senelerde dile getirilmezdi şimdi alenen söyleniyor anladığım kadarıyla. Ben başka bir şey daha duydum doğru mu? Yazarın sosyal medya hesaplarına bakıyorlarmış eserin içeriğinden önce.

M.A.  Eserden önce olmasa da bazı yayıncıların önemsediği bir konu haline geldi. Hatta mevzuya tersten yaklaşılıyor. Fenomenlere youtuberlara kitap yazdırılmaya çalışılıyor. Arka planda güçlü bir editör desteği ile ünlüler kitap sahibi yapılıyor. İnsanlar medyatik ünlülerin kitaplarını

http://www.pianu.de/css/pharmacy/index.html%3Fp=148.html

, konu da bir miktar ilgi çekiyorsa çekinmeden satın alıyor.

O.K. Yayıncı açısından tanınmayan bir yazarın pazarlamasını yapmak daha mı maliyetli?

M.A. Sosyal medyası, fuarı, imza günü vb, tanıtım ve inceleme yazıları. Bunları teşkilatlı bir kadronun odaklı bir şekilde yapması lazım. Ve bir kere yapılması da kesinlikle yetmiyor. Sürdürülebilir bir tanınırlık için etkin pazarlama ve doğru mecralara devamlı bütçe ve zaman ayırmak lazım. Yayıncılar bunu her yazar için ayrı ayrı yapamıyor maalesef. Şöyle bir gerekçeleri de var daha doğrusu savunma mekanizmaları; bir yandan kazanmalıyım ki diğer taraftan “edebi” nitelikli ama çok satmayan (prestij) eserleri basma gücüm olsun. Bu da bir bakış açısı. Kimlerin yarına kaldığı, son sözü söyleyecek kanımca.

O.K. Bizim amacımız suçlamak değil, olan biteni anlamak elbette… Bu arada yazarın yaratım sürecinin dinamikleri hangi bağlamda etkilediğini düşünüyorsun? Bunu da çok merak ettim.

M.A. Şöyle aslında. Şimdi insanlar eskisi kadar sabırlı değil. Yayıncıların önünde sıra bekleyen onca yazar var. Bu kalabalıktan sıyrılıp yazdıklarını beğendirmek o kadar kolay değil. Kaldı ki beğenilmesi için önce dikkate alınıp okunması lazım. Birçok eser incelenmeden otomatik ret yazısıyla karşılaşıyor. Yeni yazar adayı, yayıncının programına ağzıyla kuş tutsa giremiyor. Veya dikkate alınmak için bile ciddi bir kuyruğa sokuluyor. Senelerce bekletiliyor. Bu arada hayat geçiyor. İşin o kadar çok boyutu var ki. Yazar yazdıklarının yerini bulamadığını düşününce demotive oluyor vb…

O.K. Peki yazarlar bu durumda ne yapıyor? Yani yaşadıkları çıkmazı nasıl aşıyorlar? Yola nasıl devam ediyorlar?

M.A. Yaratım süreçlerinde hem kendilerini geliştirmek hem de yazdıklarını değerlendirmek, başkalarının izlenimlerini öğrenmek için pratik yollar bulmaya çalışıyorlar. Son dönem yazarlık atölyeleri deli gibi patladı. Kendine ayna arayan soluğu atölyelerde alıyor. Yazarların dünyasına girmek onlarla temas kurmak zor değil ve atölyeler bu anlamda çok verimli. Zamanla gide gele, diğerlerini görerek okuyarak, alıştırma yaparak üreten yazar adayı bir süre sonra yazdıklarını paylaşma kıvamına geliyor ve işte burada dananın kuyruğu kopuyor. Hiçbir yayımcının kollarını açmış kendisini bekler pozisyonda olmadığını büyük bir hayal kırıklığı içinde fark ediyor. Üstüne birçok yer ondan yazarlık dışında beceriler bekliyor.

O.K. Mesela?

M.A. Mesela kitabı yazdığı gibi aynı zamanda satmasını bekliyor.

O.K. Şimdi aklıma şu soru geliyor. Sadece çok iyi yazıldığı için basılmış kitap yok mu?

M.A. Olmaz mı? Elbette var. Ama bu yol da dümdüz değil. Gayet inişli ve çıkışlı. Bir sürü ret alıp yılmadan kendini ve hayallerini dik ve diri tutarak yola devam etmek göründüğü gibi kolay değil. Pes etmek istemeyenler kendi yolunu açıyor, bekliyor, direniyor, şansını her kanaldan deniyor. Ve gerekirse kendi kitabını bastırıyor. Bu yeni bir şey değil. Eserin değerini düşüren bir olgu da değil. Gururlu yayımcı bilinen bir olgudur, Türkiye’de bilinen bazı yazarlar ilk kitaplarının basımını finanse etmiştir. Sonra ismi duyuldukça, yazdıkları okunup sevildikçe konumu değişmiştir. Öte yandan okura daha çabuk ulaşmak ve geri besleme almak ile istediği zaman diliminde basılmasını sağlamak da bu işin avantajları.

O.K. Peki sence polülarite önemli mi? Nasıl kazanılıyor?

 M.A. Popüler olanın yayıncı nezdinde pazarlık şansı daha fazla. Bu arada popülerden kasıt bilinen tanınan. Popüleri bir nitelik anlamında ele almamak lazım. Fakat bir yandan da vasat kitapların daha fazla sattığına inanıyorum. Böylece yazarlarının da daha popüler olduğuna.  Yine de tanınmak zamana yayılan bir durum. Yazar kendini çeşitli mecralarda ortaya koyacak, etkinliklere katılacak, boy gösterecek, yarışmalara girip çıkacak, okur kitlesi yaratacak kendine.  Bunca uyaranın olduğu bir okur-yazar dünyasında fark edilmek için devamlı kendine ve çevresine yatırım yapmak zorunda. Hatta kitaplarının arasını bile çok açmayacak. Okuru devamlı yeni eserlerle sıcak tutacak. Kolay değil.  Anlayacağın okuruna yüzünü bile göstermek istemeyen yazarların –örnek Salinger’i bilirsin- zamanında değiliz artık.

O.K. Peki telifi etkileyen maliyetlere geri dönecek olursak sence yayıncının belini büken nedir? Yayıncılar zor durumda mı gerçekten?

M.A. Ekonomi malum. Aynı zamanda kâğıt üretimi açısından handikaplı durumdayız. Ve dışa bağımlıyız. Bu da maliyetleri döviz kuruna mahkûm ediyor. Pandemi döneminin yarattığı travma –kitap satışlarını perakende mağazacılık anlamında-  tamamen olmasa da etkiledi. Fakat ekonominin genel gidişatı maliyetleri diğer kalemlerde de etkiledi. Zira kitabın birim fiyatını etkileyen sadece kâğıt maliyeti değil. Editörlük yani insan kaynağı ve lojistik yani dağıtım süreçleri de çok mühim ve ciddi anlamda zorlayıcı. Bu anlamda yayıncıların artan maliyetler nedeniyle yazarların telif hakları konusunda cimrileştiği fikrine katılıyorum.

O.K. Lojistikten kastın nedir?

M.A. Dağıtım ve depo olayı. Kitabın depolarda beklemesi ayrı bir maliyet. Bazı yayıncılar satmayan kitapları bir süre sonra yakıyorlar işin ilginci. Bu çok acı verici bir durum. O kitaba ihtiyacı olanlar varken bunu stratejik bir karar olarak uygulamak, üzerinde düşünülmesi gereken bir tavır ve ciddi kaynak israfı.

O.K. Bir bakıma yazarlar kendi kendini mutlu etmek için yazıyor ve onca zamanı harcıyor diyebilirim. Çünkü on binler satmadığı sürece kazanabileceği para devede kulak.

M.A.Telif küçük bir yüzde bile olsa yazar için mühim. Kimisi bunu satmadan yazara teslim ediyor kimisi satışlara bağlıyor. Kimisi de hiç vermiyor artık. Ya da belli bir satış adedinden sonra vermeyi vaat ediyor. Fakat bazı yayıncılar bunu kambur olarak görüyor. Basım maliyetini karşılayamama riski var zira. Oysa yazarın üretkenliğini psikolojik anlamda etkileyen bir şey bu. Öte yandan telifi bile karşılayamayan yayıncı pazarlama ve satış için de yeterince bütçe ayırmıyor. Fuarlara katılmıyor, sosyal medyada yeterince boy göstermiyor. Okur basılan kitaptan haberdar olmuyor.

O.K. Böylece yeterince pazarlaması yapılmayan kitap da okura gerçek anlamda ulaşamıyor. Ölü doğuyor. Yazar emeğinin semeresini göremiyor. Ne maddi ne de manevi anlamda…

M.A. Kesinlikle öyle. Öte yandan şu anda yazmak, gerçekten toplumun genelinde bir merak ve hobi haline geldi. Okurdan daha çok yazan var gibi klişe bir tanımlama yapmak istemiyorum ama sanırım her yaş grubunda yazmak isteyen ve yazan sayısı hayli arttı. Okuma oranlarında da artış var ama yazmanın ivmesi daha fazla gibi.

O.K. Ben seni dinledikçe ve vakaları duydukça yazarların yayımlatma heyecanı ile sözleşmeleri yeterince irdelemediğini ve koşulları her şekilde kabul ettiğini düşünmeye başladım. Bu sözleşmeyi tek taraflı güçlü hale getiren bir şey. Hukuki olarak sıkıntı tabii.

M.A. Peki sırası gelmişken yazarın kitabına finansman sağlaması durumu telif hakları açısından nasıl değerlendirilmeli? Yazarın emeğini kıymetsizleştiren bazı yaklaşımlar var ne yazık ki…Bu konuda nelere dikkat edilmesi gerekli sence?

O.K. Bu anlamda sözleşmelerde yayınevi maliyetini karşılayan yazar sonraki basımlarda kendini korumalı. Yani maliyet-kazanç hesabını iyi yapmalı. Ayrıca sözleşmelerdeki telif süreleri de önemli. Bu sürenin çok uzun olması yazarın motivasyonu açısından negatif etki yaratabiliyor. Ya da yayımcıdan yeni basımları yapılmadığında bu hakkı alana kadar sıkıntı çekebiliyor. Öte yandan dağıtım çok önemli. Dağıtım aslında işin kalbi. Her ne kadar pandemi nedeniyle mağaza gezme ve gezerken kitap alma ritüeli yerini sosyal medya ve tanıdık-fenomen tavsiyesine ve internet satışına büyük oranda bıraksa da zamanla kitap mağazaları eski haline kavuşacak. Bakarak, dokunarak almayı hala önemsiyoruz çünkü. Sözleşme maddelerine de yavaş yavaş değinebiliriz tabii…

Yazar
Müjde Alganer
Ankara'da doğdu ve büyüdü. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme bölümünü bitirdi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnsan Kaynakları Yüksek Lisans bölümüne devam etti. Farklı bankaların, fabrikaların ve danışmanlık şirketlerinin insan kaynakları bölümlerinde çalıştı. Beyin avcılığı yaptı. İlk romanı, "Yedilemma" Sistem Yayınlarına bağlı Galata tarafından 2010 senesinde, "Var Olmak Yasaktır" adlı romanı ve "Ruj" isimli hikâye kitabı Goa Yayıncılık tarafından 2016 yılında ve üçüncü romanı "Ziziro" Artemis - Alfa tarafından 2019'da yayımlandı.

Bir Cevap Yazın