Öykü

Mahsur

Kapı ilk kez açık. Bu enfes ilkyaz gününde, ayaklarım hızlanıyor tenimi güneşe öptürmek için. Lakin dışarı çıkar çıkmaz güneşin busesiyle göz kapaklarım kızıl birer perde olup kapanıyor. İrisleri koyu renk olanlar güneşe, açık renk olanlar karanlığa daha kolay alışıyorlar bence.
Gözlerimi, sol elimin gölgeliğinde, yavaşça açıyorum. Beş katlı binalarla çevrili, dikdörtgen biçiminde bir avludayım; iki kişi büyük bir tahtırevan taşıyor soldaki köşeye. Avlunun ortasına doğru yürürken, karşıdaki binanın içinde, merdivenden yukarı çıkan birini görüyorum. O kim? Hızlanıp ben de binaya giriyorum. İlk kata varınca duraklıyorum, bu katta mı yoksa yukarıya mı çıktı? Bu kattaymış, bomboş koridorlarda yankılanan ayak seslerini duyunca sola dönüp büyük açılarla adımlıyorum. Çok eski, çok yüksek tavanlı, çok uzun zamandır da boş bu bina. Köşeye varınca tekrar sola dönüyorum ve her iki yanında odalar olan upuzun koridorun ilerisinde onu sırtından görüyorum. Aniden sağdaki odalardan birine giriyor. Tam o odaya gireceğim sırada, Sevi’yle burun buruna geliyoruz. Hem hiç şaşırmıyor hem de gülümserken,
“Günlerdir beni takip ettiğini fark ettin mi?” diye soruyor.
Hah! Bu narsist yanılgısını kahkahalarla yüzüne çarpacağım sırada, gıcırtılı metalik bir gürültü duyuyoruz. Hemen sesin geldiği yöne, tam karşıdaki odanın penceresine gidiyoruz. Olamaz. Az önce açık bulup avluya çıktığımız kapı kapanmış, ortalıkta kimsecikler kalmamış. Sevi hiçbir şey söylemeden gerisin geri neredeyse koşarak gidiyor. Ben de ardından. Şu koyun budu kolları kestirse, bu kum beji elbiseyi günlük hayatında da giyebilir bence. Sevi arayı açıyor, sağa döndükten sonra onu gözden kaybediyorum. Ancak alt kata indiğimde, binanın girişinde yetişebiliyorum ona. Kapıya sırtını yaslamış, yüzü bana dönük. Anlamıyorum.
“Kapıyı neden kapattın?” diye soruyorum şaşkın. Aklından ne geçiyor acaba? Yoksa…
“Çok az vaktimiz var” diyor. Evet, bu yüzden soyunmaya hiç gerek yok. Eyvaaaah. Şimdi böyle şeyler düşünmenin hiç sırası değil. Kendime emrediyorum. Seks düşünme. Seks düşünme. Hey! Ne oluyor? Emirde anlaşılmayan bir şey mi var?
“Kapıyı kilitlemişler” diyor.
Yok artık! Çıktığımız kapının kapandığı yetmedi, girdiğimiz kapı da mı kilitlendi? Hemen birilerine haber verelim ki bizi buradan çıkarsınlar. Fakat telefonu arayan zavallı ellerim, ceplerin olması gereken yerde yeni tomurcuklanan bir organdan başka bir şey bulamıyor. Tabii ya! Az önce üstümü değiştirdim, telefon da kıyafetlerimle birlikte dolabımda kaldı. Çaresizce Sevi’ye bakıyorum. Elbette onun da telefonu yok.
“Belki başka bir kapı vardır” deyip merdivenlere yönelirken, gözlerim ön kısmıma düşüyor hemen. Tam zamanında sırtımı dönmüşüm Sevi’ye. Ona çaktırmadan pantolonda genelde sağda duran yerleşkeyi sola doğru kaydırmaya uğraşırken, ilk kata çıkıp sağa, sonra tekrar sağa dönüp yürüyorum. Upuzun koridorun tam ortasında, aşağıya inen bir merdiven görüyorum. Ama ne yazık ki merdivenin bitimindeki iki kanatlı büyük kapıya gelişigüzel tahtalar çakılmış. Fallusum gibi ben de dışarıya çıkma uğraşında sürekli hüsrana uğruyorum.
Oysa arkamdan sallana sallana gelen Sevi’nin keyfi pek yerinde.
“Sence de garip değil mi?” diyor. “Acaba insanlara sürekli oyun oynadığımız için mi onların oynadıkları oyunlar bizim gerçeğimiz oluyor?”
Al işte. Yine başladı. Kitap gibi yaşadığı yetmiyor, bir de kitap gibi konuşuyor gıcık. Yanımdan geçip gidince, upuzun koridorda o önde ben arkada yürümeye başlıyoruz.
“Kilitli binadan kaçış oyununun içinde mahsur kaldık, bak” diyor.
Evet. Hem de kostümlü provamız başlamak üzereyken.
“Hadi. Ne söylemek istiyorsan söyle.”
Sevişelim mi?
“Yoksa yine yatak muhabbeti mi yapacaksın?”
Gülümsüyorum, çünkü içim dışım bir benim. Ne düşünsem anlaşılıyor.
“Ben de seks pozitifim ama bu, her hal ve şartta konuyu sekse getirmeyi gerektirmiyor.”
Nasıl ya? Konuyu açacağım ki piyasa canlansın.
“Bilhassa kadınların cinsellik hakkında mutlaka konuşmaları gerektiğini düşünüyorum. Hatta adım çıktı kadınların partnerleriyle bile konuşamadıkları mevzulardan bahsedebildiğim için.”
Eee? Ne farkın var o zaman benden? Erkeğim ve cinsellikten bahsediyorum diye ayrımcılığa uğruyorum şu anda. Koridorun sonuna varınca mecburen geriye dönüp yürüyüşe devam ediyoruz. Ben yerleşkeyi sağa sola kaydırmak için çekiştirdikçe badem yeşili kadife pantolonum gitgide küçülüyor sanki.
“Benim cinsellikten kastım, kimlerle ne zaman nerede kaç kere seviştiğini anlatmak değil tabii. Ama pozisyonlardan bahsetmek lazım çünkü kadınlar nasıl orgazm olacaklarını bile bilmiyorlar genelde.”
Eveeeet. Hiç konuşmadan konuyu buraya getirebildiğime çok seviniyorum. Aniden duruyor. Duruyorum.
“Şimdi ben bunları rahatça konuşuyorum diye seninle sevişmek istediğimi filan düşünmüyorsun değil mi?”
Haydaaa. Asıl istemiyorsa bunları niye söylüyor?
“En baştan söyleyeyim de sonra sorun olmasın. Ben seninle asla sevişmem.”
Ya, tabii. Başta hep böyle söylerler.
“Çünkü ben senin gibi küçük, soğuk, sığ havuzlarda yüzemem. Bana berrak, derin, uçsuz bucaksız denizler lazım.”
Tam bu saçma sapan benzetmesini kahkahalarla yüzüne çarpacakken, gıcırtılı metalik bir ses duyuyoruz. Hemen solumuzdaki odanın penceresine koşuyoruz. Evet, avluya çıkan kapı açılmış, bizi arıyorlar. Sevi cama hızla tıklatınca da bizi görüyorlar. Gidiyor muyuz artık? Hiç olmadı böyle. Hızlanıp önüne geçiyorum gitmek için.
“Bekle” diyor.
Beklemiyorum.
“Benim arkamdan gel” diyor.
Dinlemiyorum.
“Pantolonunun bu haliyle önden gitmek istemezsin” diyor.
Lanet olsun! Duruyorum. Önüme geçiyor.
Şu eteği kalçasının üzerinde kıvrım kıvrım sallanan bej elbise olmasa, bu koyun budu kolları günlük hayatında da giyebilir pekala.

Yazar

Bunları da beğenebilirsiniz

Bir Cevap Yazın