Soruyu soran arkadaş telefonu kapadığında, kararsız durup, düşündüm: Türk romanının bugünü üzerine ne biliyorum ben? diye, sordum kendi kendime. Okuyup izlemeye vakit bulamadığım bir çok değerli romancılar olmalı. Utanç duyuyorum bu yüzden biraz da. Bağışlasınlar beni.
İzleyebildiğim kadarıyla Türk romancıları son yıllarda köyü köylüyü çok ele aldılar. Anarşiyi ele alıp siyasal konulara döndüler. Belgesel roman yazmak bir tutku haline geldi. Şimdilerdeyse büyük kente, kentin insanlarına dönüyorlar. Böylece kimi büyük yeteneklerin içinde zaman kaybına uğrayanlar olup olmadığı geliyor insanın aklına.
Gerçekçi yazar, güdümlü yazar, Anadolu yazarı, kent yazarı, bütün bu ayrımların zamanı geçmişe benziyor biraz. Başkaca, roman, yalnız bizde değil, genellikle başka ülkelerde de krizini yaşıyor. Yüzlerce sayfalık anıların, hayal-bilim «Sience-fiction» romanlarının yazın pazarında peynir ekmek gibi satılması, şaşırtıp karamsarlığa düşürüyor birçok sanatçıyı. Bir de romancıdan, çok ince, duyulmamış, yepyeni yapıtlar bekleyen bir seçkinler takımı var. Bu takımı doyurmak çok güç. Bunlar Kafka’yı Joyce’u bile bir kenara itelemiş görünüyorlar. Avant-garde romana da aldırdıkları yok eskisi kadar. Peki ne olacak? İnsan anlatılacak! Şu bozuk dünyanın, çalkantılı dünyanın zavallı, ezik kurbanları. İyisi kötüsü, güzeli çirkini ile insan! Nasıl mı? Yüreklerine, kafalarına girerek, sonu olmayan serüvenlerini inceleyip anlamaya çabalayarak. Romancı yazdığının dışında kalacak. Yalnızca bir «Bakış» belki de…
Romancının işi, kendi çizgisinin üzerinde dönüp kalarak, objektifini istediği yere, örneğin, küçük büyük burjuva kesimine, proletere, Anadolu insanına, ezene, ezilene çevirerek, resim alırcasına insanları tiplemek değil yalnız. İnançlarımızı, ard düşüncelerimizi ön plana sürerek, bilinen sosyal olayların içinden öyküler toplayarak okuyucuyu kendi istediği yolda koşturup bıktırmak da değil.
İnsanı anlatmak, her bir yanından kuşatarak, yüreğine girmeyi, kişinin kendine özgü dramını dışarı çıkarmayı ve dünyayı onun aynasından okuyucuya göstermeyi başarmak, roman bu biraz da. Bunun için de bilgi, yetenek ve hayal gücü gerekli, yani yaratıcılık!
Fransız yazarı Philippe Sollers’den çok söz ediliyor bugünlerde. Şöyle diyor bir eleştirmen onun için: «Usta bir romancı. Çünkü bizi çırılçıplak soymasını, içimizde saklı olan «öbürü»nü yüze çıkarmasını biliyor. Bilinç altında kültürümüzle besleyip durduğumuz özseverliğimizin sıkıp suyunu çıkarıyor. İnsanlık dediğimiz şeyin boş, bir hayal yığınından, bozuk aldatıcı bir aynadan, uyduruk bir panayır gösterisinden başka bir şey olmadığını ustaca sergilemek onun işi.»
Sollers’in yaptığını yapabilmek benim yeteneğimin
, gücümün dışında ama, roman düşüncesine tümüyle katılıyorum.Bütün bunlar Türk Romanı için umutsuz olduğumu açıklamaz hiç bir zaman.
Tarihsel açıdan geçmişe ışık tutan romanlarıyla Kemal Tahir gibi ustalar, Anadolu insanını şiirsel doğa anlatımı içinde yüreğimize yaklaştıran, ünü dünyayı sarmış Yaşar Kemal gibi, daha ne adlar var Türk Romancıları arasında. Gençlerde Selim İleri, kenti, doğayı, aydını ve içimizde saklı «öbürü»nü dışarı çekip çıkarmayı başaran ustalardan. Füruzan büyük bir yetenek.
Yazında erkek-kadın ayırımı yapmaktan hoşlanmam ama, son yıllarda kadın romancıların erkek romancılara oranla Türk romancılığında daha verimli ve başarılı olduklarını işaret etmeden de geçemeyeceğim.
Dış ülkelerde Türk romancılarının yayıma girmesi de günümüz Türk Romanının nasıl bir gelişime içinde olduğunu ayrıca kanıtlıyor.
Müjde Alganer’in yeni kitabı raflarda
Petek Sinem Dulun’un yeni kitabı çıktı
Nobel adayları arasında bir Türk şair