Söyleşi/Röportaj

Hüseyin Peker: “Yaşadığım geçmişle bir zorum olmalı.”

Sevgili Hüseyin Peker, 1998’de çıkan İzmirli ve Eli Torbalı Adam adlı romanların yirmi seneyi aşkın bir süre sonra bu sefer bir arada yayımlandı. Öncelikle beni rahatsız eden bir durumdan bahsetmek istiyorum. Kitabın bir nesne olarak da kıymetli olduğunu düşünüyorum. Kapağıyla, tasarımıyla, dizgisiyle, düzeltisiyle, baskısıyla bir haz nesnesi olarak onu biricik kılacak nitelikler taşıması gerektiğine inanıyorum; tıpkı içinde taşıdığı metnin taşıması gereken nitelikler gibi. Bu açıdan, ülkemizdeki yayıncılık anlayışıyla ilgili eleştirel nitelikli çok  şey söylenebileceğini düşünüyorum. Ama ben, bunlardan birini, senin romanlarının yeni baskısı dolayısıyla sana sormak istiyorum. İki ayrı yapıtın tek bir ciltte toplanması, iki kitabın tek kitap olması, o kitapların taşıdığı estetik özerkliğe gölge düşürmüyor mu? Ekonomik ya da başka gerekçelerle birden fazla kitabın iç içe tıkıştırılması bir yaratıcı olarak seni rahatsız etmiyor mu?

İki roman niye bir arada? Bu sorunun yanıtı yazarın sıkışıklığı ile ilgili. Yazar hangi dönemde rahat oldu ki! Gün geçtikçe daha rahatsız bir düzende buluyor kendini yazar. İstediği koşulları oluşturamamış olması, belki kendi yetenek sınırlaması ile bağlantılı sayılabilir. Yani dilediği ölçüde kabul görmemiştir. Şans işte! Bir Murathan Mungan, bir Nedim Gürsel her yıl yayınladıkları Hamamname‘leri şık ambalaj ve baskı içinde yayınlama şansına sahipken, biz geride kalanlar niye ‘iki kitap bir arada olsun, yeter ki bir an evvel yayınlansın’ edasındayız?  Rahat değiliz ki! Şu pandemi derdi de geldi insanoğlunun üstüne. Daha beterleri de olacak. Ben ikisi bir arada, tekli vs. sorunlardan öte bir an evvel yayınlandı diye seviniyorum. Ötesini hesaplayamadım bile.

Bu ilk sorudaki eleştirel yaklaşımlar bir yana, bu iki roman arasında organik paralellikler söz konusu. Biri diğerinin devamı demeyeceğim, ama İzmirli’de belki de içine gömmeyi tercih ettiğin şeyleri Eli Torbalı Adam’da daha bir açığa çıkarmışsın. Her ikisi de otobiyografik özellikte olmasına rağmen Eli Torbalı Adam’da itirafçılık dozu daha fazla sanki. Bu yönüyle ilginç buluyorum bu iki roman arasındaki bağlantıyı. Nehir roman anlayışına benzemiyor bu. Yarım kalmış bir katharsis deneyiminin tamamlanması, bana sorarsan büyük bir hesaplaşma girişimi. Ne dersin tüm bunlar için?

Ben öncelikle şair olarak bulmuşum kendimi. Roman yazma istemi birkaç nedenden doğdu içimde.  Şiirin alanı dar gelmeye başlamıştı. Anlatmak istediklerimi yeterince şiirde ortaya koyamadığımı düşünür olmuştum. Şimdi burada bir gariplik daha var esasen. Niye ilk kitabımı roman olarak çıkarttım?  İşte giz burada. 1996 yılında yani tam elli yaşında, emekli olduğumda edebiyata kesin dönüş yapmıştım. İş, çoluk çocuk ve evlilik beni daraltmış olmalı. Ara vermek zorunda kalmıştım. İyi bir çıkış yaptığım halde, şiire bu kadar ara vermek şık değildi. Cemal Süreya’nın hakkımda 1970’de Yeni Dergi’ye verdiği bir soruşturmaya verdiği yanıtta:

Bir de Hüseyin Peker diye biri var. Çok yetenekli bir arkadaş, büyük gelişme gösterecek sanıyorum; umamayacağımız kadar büyük gelişmelere açık bir şair. Bir yerde şiirin gizini farketmiş, bırakmıyor.”  

sözleri bana verilmiş bir söz olarak dönmüştü. Emekli olduğum gün tası tarağı topladım, eşime, ben edebiyata dönüyorum dedim. Eksik okumalarımı tamamladım. Bu arada Veysel Çolak, Haydar Ergülen, Ahmet Erhan gibi arada yol almış gençlere yetişmeye çabaladım. Tabii, Küçük İskender  ve Enis Batur’u tanımam daha kolay yol almamı sağladı. İkisi de yöntem olarak, dil kurgusu yönünden bana sıcak gelen yaratıcılardı. İki roman arasında benzerliklere buradan başlayalım mı?

İki romanın da anlatıcı kişileri aynı aslında. İkisi de hurda toplayıcısı ve şair. Bu yönü, biyografik nitelik taşıdıkları savını pekiştiriyor zaten; çünkü bunlar senin kişisel yaşamına da oturan özellikler. Sözün özü, bu iki romanın baş kişisi Hüseyin Peker’dir. Bu açıdan romanlara baktığımızda, deyim yerindeyse romancı Hüseyin Peker’den çok şair Hüseyin Peker gördüm ben. Bir şiirin dizeleri arasında parıldayabilecek sayısız buluş, bağdaştırma örnekleriyle karşılaştım. Bir romancının şiire yakın bir dil tutturmasından bahsetmiyorum. Ben bunu başka şairlerin romanlarında da hissettim zaman zaman. Bir şiir deneyimine sahip olmayan hiçbir romancı ya da öykücünün erişemeyeceği bir imkân bu: Şiire yakın değil de şiir katından yazmak desem yanlış olmaz sanırım. Romanlarına çalışırken bir şiire çalışıyormuş gibi hissedip hissetmediğini merak ediyorum gerçekten.

Eleştirmen Hüseyin Cöntürk ağabeyimiz, yol gösterenimizdi. Benim şiirlerimi toplamama ön ayak oldu. İnsan Arkadaşınındır adını verdiğim dosya YKY’nin o dönem başında olan Enis Batur’a Cöntürk tarafından götürüldü. O dönem aynı dosya 1997 Arkadaş Zekai Özger ödülüne katılıp kazanmamı sağladı. Hepsi üst üste yani. Ama beni doyurmayan bir şey vardı. Çıkışımı öyle yapmalıydım ki, içimde biriken, güncellenen duygular, daha yoğun bir kalem ustalığıyla ortaya dökülmeliydi. Şiirin alanı bana yetmiyordu dediğim bu. Bu tür çıkışlar yaratıcının sezgi ve yaratı gücüyle de bağlantılı gelişiyor. İlk romanımı Enis Batur’a aynı şiir dosyası ile beraber götürdüm. Önce ilk romanım yayınladı. İlk yapıt olarak. Sonrası geçmişten topladığım şiirler. Yaşadığım geçmişle bir zorum olmalı. Bire bir değilse de bir çeşit hesaplaşmayı andırır biçimde Yazıcı ya da Bir YolRomanı doğdu ve yayınlandı. Burada bankacılık yaptığım dönemde arkadaşlarıma düşkünlükte başıma gelenler irdeleniyor gibiydi.  Sonra da elinizde gördüğünüz İzmirli ve Eli Torbalı Adam arka arkaya geldi. Birer yıl arayla. Üçü birbirini izler gibiydi. Bu yüzden nehir roman edası taşımasalar da ilki Yazıcı; kendi hemcinsimle olan bitenler üzerinden, İzmirli; kadınlarla -karşı cins-, sonuncu Eli Torbalı da ‘çöküş’ olarak nitelenir bende. Yani üç romanda roman yazma serüvenim bitmiş sayılır. Sonra düzyazıyı ödül aldığım iki öykü kitabıyla sürdürdüm. Rüzgarlı Ceket ve Hasır Lokantası. Ömrüm bundan sonra ne kadarına yeter bilmiyorum ama bir şeyler bitmedi daha.  Şiir olarak sürenler var. Pandemi’nin üstümüze tıkadığı serüven ve çıkmazlar var. Ne olur ne biter, bir şey söylemek güç.

Şimdi biraz daha içeriğe yoğunlaşmak istiyorum. Özellikle Eli Torbalı Adam’da Naci daha çok ailesinin istemesiyle çeşitli işlere girer çıkar. Bir türlü iyi hissedemez kendini bu işlerde. Bir gün denk geldiği bir hurda toplayıcısından aldığı ilhamla bu işe koyulur. Arada, yine ailesinin istemesiyle başka işlere girer, bir türlü olmaz. İşten ayrıldığı her sefer içinden geçen şey hurda toplama işidir. Yine bunlardan birinde şöyle geçirir içinden: “Elime bir kara torba geçirsem diyorum. Bir yabancı şehirde: Eskisi gibi. Hurda toplasam.” Ayrıldığı işin boğuntusundan kurtulmanın bir yolu gibi hurda toplayıcılığına sarılır Naci. Hurdacılık ne oğlunun ne kızının ne de eşinin tam olarak anlayamadığı şeyler ifade ediyor gibidir Naci için. Neler bunlar?

Bağdaştırma ve şiirsel demiştin üst soruda. Bu kaçınılmaz aracı bir yöntem bende. Şiir olmazsa olmazım. Benim gökyüzüne, evrene ve yaşadığım çoğula bakış açım. Yani ben yazmayı biraz da şiir diliyle gören ve kuran biriyim. Yazarken de öyle, yaşarken de aynı. Bazen kendime deli dediğim olur. Yaşamı bile film çevirir gibi senaryoya döker, içimde çeviririm bobinleri. Yani hayal görme yetim güçlü. Karşımdakiler bu kurgu dünyasında çoğun kendi yerlerini yadırgar, kaçıp gider. Tutunmak zordur bana. Çünkü ben kendi içimde de dalgalıyım. Rüzgârımdan ürken biriyim. Keşke bu pandemi olmasaydı, dünya iyice dar gelmeye başladı. Kaçacak delik de yok artık. Avunamadığım bir dünya kaldı önümde. Eskiden beni sağa sola kaçıran minibüsler, trenler işlemiyor. Otobüs garajları oldukça uzak. Hes kodu ile yaşamak oldukça tuhaf. Var sandığını piknik alanlarından çoğu yok aramızda. İçkinin makarası bağlanmış. Düşlenmesi ise çoğalmış ve tıkılmış boğazımda.

Hurdacılık ne kızıma ne oğluma ne de eşime anlatabildiğim bir şey evet. Aslında dikkatli okunsa bir başkaldırı olarak sayılmaz mı böylesi bir meslek. Şimdi şu salgın nedeniyle yapamıyorum, o ayrı. Tırnaklarımın pislenmesi vs. Dayanıklılığım kalmadı. Artık o da önemini ve sürümünü bende kaybetti ama, o dönem bunu bir başkaldırı aracı olarak kullandığıma eminim. Karışanım görüşenim yoktu. Nasıl bir iş çevirdiğime gücü yetip anlayacak, araştıracak beni yargılayacak birileri yok. Rüzgârın kardeşi gibi, estiği yere. Gerekli gereksiz bir araştırma. Milletin neler yiyip neler attığına dair uçsuz bir araştırma. Hurdacılığın bilimsel bir tarifi de var esasen. Geri dönüşüm dediğimiz. Keşke hayatımızın da geri dönüşümü olsaydı. Onu tüketip geçiyoruz, buruşuk bir kâğıt olarak.

İki romanın da asıl yakıcı yanı burası bence. Hurda toplayıcısı baba ve eş ve bu baba ve eş karakterinden hoşnut olmayan bir aile. Evin içinde bir tür tecrit durumu. Nefret ve öfkenin bakışını üzerinden eksik etmeyen bir eş, bir oğul, bir kız… bu bakışların iç dünyasında kopardığı kıyamet. Hurda toplarken, sanki raconuymuş gibi anlatılsa da bu kıyametin evin dışına da taşan burkuculuğu: kimsenin gözünün içine bakmadan işini görmek. Bu sefer kendi tecridini kendin yaratmak. Son olarak, bir hurda toplayıcısının ötekiliğinin / ötekileşmesinin açtığı yarılmayı betimlemeni istesem senden.

Eli Torbalı Adam‘da tarif ettiğim, evden kaçarak hurdacılık yapmayı seçişim, sonrası başka işlerde tutunamayışım hep Camus’nun Yabancı’sını hatırlatmıyor mu size?  Bir çöküş yani. Kahraman Naci romanın sonunda hiçbir şeyi beceremediğini anlayıp, mutsuz bir şekilde oğlunun eline bıçağı verir ve bıçağı batır, sonra da içimde çevir, der. Bu tür ölüm, ya da intihar kaçımızın aklına gelir?  Hepsi bitmiştir. Final daha acısız olsun der gibi. Sanırım pandemi sonrasında buna benzer kitle ölümleri gelmez karşımıza. Bu işin sonu yok gibi. Daha sonraki günlerin neleri beklediği belli bile değil. Kahraman Raymond Mersault’nunYabancı romanının sonunda idama giderken, son duayı kabul etmemesi boşuna değil bence.

Söyleşen: Ramazan Parladar

Yazar
Ramazan Parladar
Kayseri'de dünyaya geldi. Çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. 2011 yılında Yeniyazı Yayınları'ndan çıkardığı Geleceğe Dair Anektodlar isimli bir şiir kitabı var. Parladar'ın şiir kitabının dışında önemli edebiyat dergilerinde şiirleri ve yazıları yayımlanır. 2009 yılında çıkmaya başlayan yeniyazı adlı derginin yayın kadrosunda yer alan önemli isimlerinden biridir. Dergiye söyleşileri, yazıları ve şiirleri ile katkı sağlar. Bunun haricinde Varlık, Kök Şiir, Ke, Yıldız Tozu, Aksi Sanat, Roman Kahramanları, Natama, Gazete Duvar gibi çok sayıda dergi ve gazetede şiir, yazı ve söyleşileri yayımlandı. Karangu adlı şiir fanzinini yayımlamaya devam ediyor.

Bunları da beğenebilirsiniz

Bir Cevap Yazın