Makale

Soysal / Sevgi Soysal’ın Ardından – 4

Bu bayramı, Sevgi Soysal’ı yitirmiş olarak geçirdik. Onu anarken, 12 Mart döneminde onun etrafını saran ilkellik aklıma geliyor.

Tante Rosa’dan sonra 1970’te bir roman yazmıştı: Yürümek.. 1940’dan sonraki Türkiye’de çocukken, gençken edindiği izlenimleri anlatıyordu. O dönemin insanlarını ve insanlarının sorunlarını, çok az rastlanan bir sosyolojik ve psikolojik yaklaşım gücüyle ve tam bir gerçekçilikle yansıtıyordu.

Yürümek, TRT’nin roman ödülünü aldı. TRT’de 12 Mart’tan önce sanat gibi konularla da uğraşılırken, bir yarışma düzenlenmişti. Soysal’ın kitabı bu yarışmayı kazandı.

Ve kazandıktan sonra da hemen, önce gazete polemikleriyle, sonra bir takım politikacı ağızlarıyla saldırılara uğradı. Nedeni gerçekçiliğiydi.

1971’in 12 Martından sonra ise “Yürümek”, TRT’nin “komünist”liğini ispat etmek için kullanılan “delil”lerden biri oldu. Sevgi Soysal TRT mensubuydu. Bu romanı yazmış ve TRT, ona ödül vermişti. Bu “rezalet” parlamentoda kurulan bir komisyonda günlerce konuşuldu. Hayatlarında roman bir yana, 16 sayfalık broşür okumamış bazı vatan kurtarıcıları, bu konuda uzun nutuklar attılar.

Roman bu arada toplatıldı. Sevgi Soysal da, hiç ilgisi olmayan bir iddia ile bir süre göz altına alındı. Sonra tabii TRT’deki işinden çıkarıldı.

Bu, 12 Mart döneminin onunla uğraşmasının daha başlangıcıydı. O sırada bir suç daha işleyip Mümtaz Soysal’la evlendi. Hem de Mümtaz Soysal hapisteyken..

12 Mart kahramanlarından birinin bu evlenmeden sonra etrafına tebliğ ettiği bir “karar” vardır:

– Onları bir ara getirmeyeceğiz. Bir evde yaşatmayacağız.

Nitekim Bâki Tuğ’un savcılığındaki mahkemenin hükmü Yargıtaydan dönüp de Mümtaz Soysal bir süre için serbest bırakıldıktan hemen birkaç gün sonra, Sevgi Soysal yeniden içeri alındı. Bu defa başka bir tertiple..

Yedi – sekiz ay yattı. Birkaç ay sürgünde kaldı. Bu arada sıra tekrar Mümtaz Soysal’a gelmişti. Bâki Tuğ mahkemesi kararında ısrar edip onu tekrar hapse soktu.

Ve “Onları bir ara getirmeyeceğiz” kararı böylece, hiç olmazsa uzun bir süre için gerçekleştirilmiş oldu.

12 Mart dönemi, ilkelliğin zirvelerinden birine, Sevgi Soysal – Mümtaz Soysal olayıyla çıkmıştır.

Bu ilkelliğin daha birçok ayrıntısı vardır. Yazılacak olsa. İnsan psikolojisini röntgen ışını gibi izleyen büyük gözlem yeteneğiyle, en iyi Sevgi Soysal yazabilirdi.

Sonraki eserlerinde bunların sadece bir bölümünde dolaylı olarak değindi. O da, bir film kamerası objektifi gibi.. Kinle ve ön yargılı kesin genellemelerle değil. Hatta bazen biraz da insan sevgisinden gelen bir müsamaha ile…

“Barış Adındaki Çocuk” onun 12 Mart ilkelliğine en güzel cevabıdır. Hikâyede sevimli görünen kişi, bir kadın polistir. Anlayışsız ve katı görünenler, Sevgi Soysal’ın hapishanedeki koğuş arkadaşlarından bazıları.

Bu koğuşla ilgili başka anılarında, bir başka kadın polisin sevimsizliğini, komplekslerini, gülünçlüklerini anlatmıştı. O kadın polis başkaydı. Bu kadın polis başka. İnsan olaylara sınıfsal açıdan da baksa, bunun bazen böyle olabileceğini görebilmeliydi.

Tabii o bunları böyle, yorum yaparak söylemiyordu. Olay anlatılıyordu. İzlenim anlatılıyordu. Yorumu okuyucuya bırakıyordu. Bunlar da benim yorumum.

Bunu özellikle belirtiyorum. Yoksa Sevgi Soysal:

-Ben böyle bir şey demiyorum ki.. Ben hikâye yazıyorum.. diyebilir.

Sıkıyönetimin bir mahkemesinde duruşması yapılırken, ben tanık olarak, bir arkadaşım avukat olarak konuşmuştuk. Hakkındaki tertibin haksızlığını, hükümsüzlüğünü, mantıksızlığını belirtmeye çalışıyorduk. Bu yolda hukuksal girişimlere geçiliyordu.

Hapisten çıktıktan sonra bize:

-Neydi o haliniz diye takıldı. Sanık olan bendim. Dâva benim üzerime dönüyordu. Size ne oluyordu? Lâf söylüyordunuz. Bana bir şey soran yoktu. Ben kadınım tabii. Benim davamla ilgili de olsa, ne yapılacağına siz erkekler karar vereceksiniz.

Toplumda erkeklerin geleneksel önde gidişlerine tepki duyardı. Son yayınlanan gazete yazısında, Ankara’daki analar mitingini anlatırken, kadınların saldırılara erkeklerden daha cesur olduğunu yazmıştı.

Bu tümden doğru mudur, bilmem. Ama bu söylediğini kendi kişiliğinde ispat ettiği şüphesizdir. Bütün o dönemde kendisine yönelen düşmanlıkların sonucuna yiğitçe katlandığı gibi, başkalarına yönelen düşmanlıklara karşı da nerede ne yapılabilirse onu yapmış, imza kampanyalarına, Türkiye’de olup bitenin duyulması, belgelerin bulunması, yazılması yolundaki çalışmalara, en aktif biçimde katılmıştır. Tertiplere hiçbir zaman yenilmediği gibi, onların etkisinde kalıp, insanlara ve olaylara gülümseyerek bakan tavrını değiştirmemiştir.

Yenildiği tek şey galiba kanser oldu. Londra’da son hastaneye yatışından az önce buradan telefonla konuşmuştum. Kanserle de alay ediyordu. Neredeyse onu da yenecekti.

Sevgi Soysal’a gecikmiş bir “güle güle” derim. Zaten ölümün karşısına da mutlaka gülerek çıkmıştır.

Altan Öymen

Cumhuriyet – 6 Aralık

Yazar
Dinozor Belge
Edebiyat Dergileri arşivlerinden bulunup, sizlerle paylaşılan makaleler.

Bir Cevap Yazın