Makale

Sevgi Soysal, Yaratıcılığını İnancı Uğruna Harcayan Bir Sanatçıydı / Sevgi Soysal’ın Ardından – 5

Andre Malraux, insanın doğmak, yaşamak, sırası gelince de ölmekle yetinmesini insanlığın onuruna aykırı bulurdu. İnsanoğlunun, insan olma yazgısını ancak, inandığı bir amaç uğruna birtakım tehlikeleri göze alabilmek, yaşamına böylece bir anlam kazandırmakla aşabileceğini savunurdu. “İnsanlığın Yazgısı” adlı romanının kişilerinden biri, Kyo’ya sorar:

-İnsanlığın onuru derken neyi kastediyorsunuz?

Kyo cevap verir:

-İnsanı küçük düşüren her şeyin tam tersi.

Başka bir eserinde:

-İnsan eylemi ile ölçülür, diyor. İnsanoğlu, eylemlerinin toplamı demektir. Ne yapmışsa, ne yapabilecekse, odur.

Geçen hafta biz de, insanlık yazgısını aşan, inandığı bir amaç için kendini tehlikelere atan, soydan yürekli ve yetenekli bir kızımızı yitirdik. Sevgi Soysal, salt iyi bir öykücü ve romancı değil, aynı zamanda tüm yaratıcılığını inandığı bir amaç için seferber eden eylemin ta içinden bir sanatçı idi. Kısa yaşamı boyunca dürüstlüğü ve yürekliliği ile öne çıktı. Hele yurdun tepesine bir balyoz gibi inen 12 Mart faşist baskısına ilk başkaldıran ve yiğitçe diklenenlerden biri oldu. Bu gözüpek insan, kalemini hep ezilenleri savunmak için kullandı. Bunu yaparken de başkalarının kolaylıkla düşebileceği slogancılıktan, kuru militanlıktan kaçındı; gerçek bir sanatçıya özgü sanat diliyle, hem etkili, hem seviyeli somutlaştırmalarla aktardı görüşlerini.

Yaşamı boyunca her şeyi soylu ve iyi yapmak titizliği, yaratılışından olduğu kadar, aldığı köklü batı kültüründen de geliyordu. Yakın sonunu önceden sezmişçesine şu son yıllarda büyük bir hızla art arda romanlar, öyküler, makaleler, eleştiriler yazdı. Bu hız, onların kalitesine en küçük gölge düşürmedi. Binlerce aydına ve eşine karşı yapılan akıl almaz iftiralara ve onları dört duvar arasına kapayan kaba kuvete karşı dişi bir sırtlan gibi savaştı. Adeta toplumun miskin pasifliğini tek başına telâfi etmek ister gibi, bu lâf anlamaz, bu hak hukuk dinlemez zihniyeti yola getirmeye çalıştı. Bu yüzden hapislere girdi. Orada da durmadı. Geceyi gündüze katıp durmadan yazdı, hızına halel getirmeden, hatta hızına hız katarak mücadelesini sürdürdü ve işte galiba en çok o sıralar kendini helâk etti. O metin ve enerjik görünüşü altında bünyesi tepeden inen bu belâlardan kahırlandı, yıprandı. Malraux’nun ‘inandığı dava uğruna kendini yakmak’ dediği şey galiba buydu.

Ben onu ilk gençliğinden beri hep bu atılganlık, hep bu bükülmezlik içinde gördükçe bazı yönlerden Kurtuluş Savaşı sırasındaki Halide Edip’e benzetirdim; o da onun gibi gözüpek, o da onun gibi kültürlü, yetenekli ve kendine güvenli idi. O İngilizceyi ve İngiliz kültür dünyasını, Sevgi Almancayı ve Alman kültür dünyasını avucunun içi gibi biliyordu. Üstelik Sevgi, Halide Edip Adıvar’dan daha çok çağının içinde ve önünde gidiyordu. Halide Edip’in daha sonraki çelişkilerine ise hiç düşmeyecekti. Onu ille birine benzetmek gerekirse, belki, Rosa Luxemburg daha yakın bir örnek olabilirdi.

Sevgi’nin en yürekli eylemlerinden biri de eşi Mümtaz Soysal’la hapishanede evlenişi idi. Bir kadın, budala bir baskı gücüne bundan güzel bir tokat atamazdı. Soysal çifti, o günden sonra kara günlerde, kardeşçe, insanca dayanışmanın en etkin simgesini verdiler. Mümtaz Soysal, genç kuşağın en sağlam karakterli, en yetkin bir bilimadamı olarak, kendisine yapılan haksızlığı tam Stoisyen bir olgunluk ve rahatlıkla göğüslemişti. Sekiz yıl hapse mâhkum edildiği ve dostlarının teessürden ağzını açamadığı gün, o, neşesine halel getirmeden eşofmanlarını giymiş, “Ben voleybol oynamaya gidiyorum” demişti.

Soysal çifti, ortak belâyı işte böyle elele, birbirlerine, hakkın, gerçeğin zaferine inanarak göğüslediler. Sonra faşist baskı geriledi. Onlar da özgürlüklerine, mutluluklarına kavuştular. Türkiye’de üç gün hapiste kalanın kolayca efsaneleştirildiği bir ortamda, Mümtaz Soysal, tam tersine bunu önemsizleştirdi. Mağdurluğunu sürdürmek, sömürmek tenezzülünde bulunmadı. Sevgili kürsüsüne dönmekle yetindi. Yürekli çift, bu mutluluklarını iki yavru ile perçinlediler. Kısa yıllar, ama yoğun mutluluk içinde yıllar yaşadılar. Gösterişten kaçarak, asıl akıllılığın, günü efendice yaşamak olduğunu bilerek, her dakikalarına sevgiyi, saygı gerçek tutkusunu yayarak. Bu mutluluğun yaşlılıklarına kadar sürmesi, böyle de insanlar varmış, böyle de örnek dayanışmalar varmış dedirtmek bakımından da ayrıca hayırlı olacaktı. Olamadı.

Soysal çifti, son felâkette de örnek bir dayanışma içinde hep elele oldular. Son ayrılışları bile, çok mahrem, olgunca, sessizce, bilgece, ağırbaşlılık içinde oldu.

Sevgi Soysal edebiyatı tarihimizden kısa ama yoğun ve unutulmaz bir şarkı gibi geçti. Yapıtları her aydının ama, yapıtlarında da çok yürekli ve atılgan kişiliği nice genç kızın, nice genç kadının belleğinde uzun yıllar eskimeyecek.

Haldun Taner

Milliyet Sanat Dergisi – 3 Aralık

Yazar
Dinozor Belge
Edebiyat Dergileri arşivlerinden bulunup, sizlerle paylaşılan makaleler.

Bunları da beğenebilirsiniz

Bir Cevap Yazın