Öykü

Cevabı Olmayan Sorunlar

“Bu kış çok yağmur yağdı,” dedim. Annem ardımdan geldi, pencereye yanaştı. Yağmur suları aşağı doğru sel oluşturarak akıyordu. Sokağa bakarak, “Çok yağdı.” dedi. Sonra pencereden uzaklaştı, “akşama ne yapsam?” diyerek koltuğa oturdu. Ben de gidip karşısına oturdum. Son zamanlarda ortaya söylenen birkaç laf dışında bir şey konuşmuyordu. Eline örgüsünü aldı, başını kaldırmadan örmeye devam etti.  Bir süre daha sessizce bekledikten sonra odama gittim.  Çalışma masama oturup çerçevesini özenerek aldığım fotoğrafa baktım, okulun son gününde çekilmişti. Kadraja bakarken, kollarımızı birbirimizin omuzlarından sarkıtmış, ağız dolusu gülmüştük. Kendimi yabancı gözlerle süzüyordum şimdi. Bugünlere kayıtsız gülüşüm, şimdiki düşüncelerimin aklıma henüz uğramadığı zamanlar.

Önümde açık duran çalışma kitabına göz gezdirdim. Kilometrelerce yürüyüp hiç ilerlemiyormuşum gibi canımı sıkıyor olsa da üç yıldır aynı soruları okuyup duruyordum. Salona geri döndüğümde annem örgüsüne devam ediyordu. Elinde sallanan küçük yeleğe baktım. Herhalde müstakbel torununa örüyordur.  Dayanamadım, ketumluğuna rağmen yanına, daracık yere oturdum. Yüzüme baktı zoraki tebessümle, “Yer mi yok?” dedi.  “Var, ama böyle sıcak değil.” dedim. Bu sefer sahici gülümsedi. O an ondaki bu sessizliği kırmak istediğimi fark ettim. Başımı kucağına bırakıp ayaklarımı kolçaktan sarkıttım. Yelek minik dokunuşlarla yüzüme değiyordu. Pencereye, tülün ardına baktım, yağmur kesilmişti.  Zilin sesiyle kalktım, kapıyı açtım, babam öğlenin bu vaktinde karşımda duruyordu.  Şaşırmıştım. “Çekil de gireyim.” dedi. Ayakkabılarını dolaba bıraktı. Burnundan soluyordu. Annem şaşırmış gözlerle babama bakarken elindeki örgüyü koltuğun kenarına sıkıştırıp ayağa kalktı. Öğlen vaktinde onu hiç evde görmemişti. Yine de bir şey demedi. Elbet bir şey olmuştu da susup sakinleşmesini beklemek lazımdı. Biraz sonra “Aç mısın?” dedi annem, “Yok,” dedi keskin bir kızgınlıkla. Oturduğu yerde dirseklerini dizlerine dayamış sallanıyordu.  Annem usulca yerine oturdu. Ben hala kapının ardında dikiliyordum, sanki ortalıkta görünsem babamın içinde tuttuğu öfkenin hedefi olacaktım. Birazdan üstündeki montu çıkardı, bana seslendi, montunu verip arkasına yaslandı. Tam annem ağzını açmıştı ki babam anlatmaya başladı. İş yerinde grev varmış, “e onu biliyoruz,” dedi, annem. Babam kaşlarını çattı, “İyi, Patron da lokavt dedi.”  Annem, “ne dedi?” diye bağırdı. Hem ne anlama geldiğini gerçekten bilmiyordu, hem de kötü bir şey olduğunu kelimenin kendinden anlamıştı. “Hepimizi işten attı, hem de tazminatsız.”

Odaya karanlık bastırınca akşamın bastırdığını anladım, kalkıp ışığı açtım. Annem de mutfağa gitti. Evde cenaze sessizliği vardı.  Dolu tabakları masaya indirdi. Yine sessiz bir gerginlikte yemekler yendi. Yemek bitince annemle babam koltuğa geçtiler, ben de masayı topladıktan sonra yanlarına gittim. Annem, “sen de çalışmıyorsun, ne olacak halimiz?” dedi. “Ne olacak aç açına yaşayacağız,” dedi babam. Annemin yüzü ağlamaklıydı. Gelecekteki günlere bakıyor gibi kaygı doluydu. “Yine sözleşmeli öğretmenlik yapabilirim,” dedim. Önce anlam veremediler. “İlla atanmak şart mı öğretmenlik yapmak için, olmuyor işte, demek ki ülkede daha fazla fizik öğretmenine ihtiyaç yok,” dedim. Sesimdeki kararlılığı sezmiş olmalılar ki ikisi birden dikkatle bana bakıyordu. Babam nadir de olsa bazı konularda beni desteklediği olmuştu. Onlardan biri de buydu. Annem ayağa kalkıp günlerden sonra bana sarıldı, “belki böylesi daha hayırlıdır,” dedi.

Sabah erkenden iyi bir özgeçmiş hazırladım ve bütün okullara mail attım. “Özel ders veriyorum” diye bir sitede ilan yayınladım ve beklemeye başladım. Ama günler günlere eklendi, ne ilana ne maillere dönen oldu.  Evde böyle bekleyerek bir şey elde edemeyecektim. Yüz yüze görüşmek için hazırlandım, dışarı çıktım. Çevredeki okulları gezdim. Devlet okullarında ücretli öğretmenlik geçinmemize yetmeyecekti, özel okullarda da öğretmen ihtiyacı yoktu. Çünkü Aralık ayında kadro boşluğu olmazmış. O gün eve dönerken başka çözüm yolları düşündüm. Eve varınca soğukta kızaran ellerimle kapıyı açtım, “İyi akşamlar” dedim içerdekilere.  Gelen sorulara aldırmadan odama gidip yatağa uzandım. Biraz zaman sonra kalkıp üstümdekileri çıkarttım. Aynadan kendime baktım. Karşımda duran vücudu başkasına aitmiş gibi hissediyordum. Başkasının bedeni, kolu, bacağı, memeleri.  Tenime dokundum yine tanıdık değildi. Şimdi de dokunan başkasıydı sanki. Tenim saydamlaştı, her an içimdekileri karşısındakine açık edecekti.  Pijamalarımı giyinip salona gittim. Annemle babam televizyon izliyor. Beni görünce toparlandılar, meraklı gözlerle bana baktılar. Omuzlarımı silktim, kendimi koltuğa bıraktım. Annem, “Neden olmuyor, onca başvuru yaptım diyorsun, bir tanesi aramaz mı?” Babam, “Ne olacak, yıllardır aynı. Anlamıştım bunun iş bulamayacağını, ne de olsa baba parası yemeğe alışmış.” diye söylendi. Annem yapmacık bir öfkeyle babama, “öyle söyleme sen de.” dedi. “Eh!” dedi babam, kalkıp gitti. Biraz sonra annem de arkasından gitti.

Sabahleyin saten güneşliğe rağmen pencereden yansıyan gri aydınlığı izledim. Mesaj sesiyle yataktan fırladım. Geçen akşam başvurduğum firmaydı. Genelde olumsuzsa dönmüyorlar, olumlu olmalı, diye düşündüm. Gelen mailde, “İş başvurunuz için teşekkür ederiz, ancak başvuru yapmış olduğunuz pozisyon dolmuştur. Size iyi şanslar dileriz.” yazıyordu.  Bu firma ile yapmış olduğum görüşmede masanın ucunda oturan adamı anımsadım. Adam bana, “özgeçmişinizde bizim sektörümüze yönelik bir iş tecrübeniz yok.” dedi. “Eğer fırsat verirseniz işi hemen öğrenirim.” dedim. İş görüşmeleri ile ilgili okuduğum önerilerdeki gibi özgüvenimin yüksek görünmesi için omuzlarımı dikleştirmiştim. Adam yüzünü ekşitti. Verdiğim cevaptan hoşlanmamıştı. Sonra kalkıp, “biz size haber veririz” dedi, elimi sıkarken. Bilgisayar ekranında yaptığım bütün başvurular liste halinde önümde duruyordu. İçimi sınırsız bir öfke kapladı. Bu öfkeyi kime duyduğumu bilmiyordum. Tuvalet aynasına yaklaştım, gözümde dünden kalan rimeller akmıştı.  Bir an içimden kendime karşı acıma duygusu yükseldi. O gün oradan çıktığımda görüşmenin olumsuz sonlandığını anlamıştım. Minibüste akan yola bakarken onlarca olumsuz cevaptan sonra neyin yanlış gittiğini düşünüp durmuştum. Kapının ardından annemin boğuk sesi, “yemek hazır” diyordu. Açlık duymuyor, artık tükenmekte olduğumu hissediyordum. Kendimi derin bir kuyunun tenhalığında görüyordum. Odamda hiçbir zaman benimseyemediğim bu eşyalara göz gezdirdim. Dışarısı geceydi. Penceredeki karanlık, camı delerek odaya süzüldü. Sonra her şey silikleşti.

Yazar
Alev Sönmez
1986 yılında Gebze’de doğdum. Şimdiki durumda İstanbul’da yaşamaktayım. Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Ezine MYO ve Anadolu Üniversitesi İşletme mezunuyum. Özel ve Kamu kuruluşlarında çalışmış olup halen bir kamu kuruluşunda çalışmaktayım. Öykülerim; Kiltablet öykü, Oggito.com, Notos dergisi ve Trendeki Yabancı aplikasyonunun Yolcu Özel, Haziran sayısında yayımlanmıştır.

Bunları da beğenebilirsiniz

Bir Cevap Yazın